28 Haziran 2009 Pazar

Başarılı ve Başarısız insanları özellikleri


başarılı insan ”birşey olacaksa benim sayemde olacak der

başarısız insan ”hiçbirşey benim elimde değil”der

başarılı insan düşlerini gerçeğe dönüştürür

başarısız insan gerçeği düşlerine dönüştürür

başarılı insan”araştırıp öğrenelim der

başarısız insan”hiçkimse bilmiyor”der

başarılı insan çözümün parçasıdır

başarısız insan sorunun

insan başarısız olmaktan

insan başarılı olmaktan korkar

başarılı insan başarısız insandan daha çok çalışır

başarısız insan her zaman çok insan hata yaptım der

başarısız insan”benim suçum değildi ”der

başarılı insan isteyerek yapar

başarısız insan mecbur olduğu için yapar

başarılı insan zaman

insan zamanı boşa harcar

başarılı insan söz verir

başarısız insan vaat eder

başarılı insan yapacağım der

başarısız insan”yapmaya çalışacağım”der

başarılı insan”iyiyim ama daha da iyi olabilirim”insan”çoğu insanın olduğu kadar kötü değilim”insan dinler

başarısız insan konuşma sırası kendisine gelsin diye bekler

başarılı insan başkaları doğru şeyler yaparken görür

başarısız insan başkaların yanlışları yakalar

başarılı insan başkalarından ders alır

başarısız insan başkalarından alır

başarılı insan fırsatları görür

başarısız insan sorunları görür

başarılı insan eylemde bulunur

başarısız insan konuşur

başarılı insan bedel ödemeye hazırdır

başarısız insan gümüş tabakta sunulması bekler...


alıntı-

Kendinize Engel Olmayın


1950"li yıllarda kamuoyunda; doktorların araştırmalarına dayanarak "bir mil dört dakikanın altında koşulamaz, bu insan fizyolojisi açısından mümkün değildir" yargısı vardı. Bu görüşler atletizmle uğraşan atletleri ve atletizm otoritelerini etkilemiştir. Atletizm otoriteleri ve atletler bu görüşün etkisinde kalarak bir mili dört dakikanın altında koşmayı hiç düşünmediler. Yarışmalarda bütün atletler artık rekor kırmak için değil sadece birinci olmak için koşuyorlardı.
Roger 1954 yılında yapılacak olan yarışa bir yıl kala bir mili dört dakikanın altında koşmak için hazırlanmaya başladı. Bu hedefine ulaşmak için tam bir yılı vardı. Bir yıl boyunca bütün fiziki çalışmalarını yaptı; ama Roger biliyordu ki bu yarışmada hedefe ulaşmak için sadece fiziksel antrenmanlar yeterli değildi. O her gün zihinsel antrenmanlar da yapmayı ihmal etmedi. Zihninde artık tek bir düşünce vardı: Hedefe ulaşmak. Hedef ise bir mili dört dakikanın altında koşmaktı. Bunun için bütün yolları deneyecekti. O, bu yarışa hazırlanmaya "Bir mili dört dakikanın altında koşacağım" diye başladı. Kendisine olan güveni tamdı. Zihninde hep bir yıl sonraki yarışı ve onun sonunda kıracağı rekoru düşünüyordu. Yarış başladığında tüm yarışçılar birinci gelmeyi düşünürken Roger rekora koşuyordu. Onun tek hedefi vardı, bir mili dört dakikanın altında koşmak.Onu gerçekleştireceğinden şüphesi yoktu. Yarış Roger"in birinciliğiyle bitti. Onun için birinci gelmek önemli değildi. Skor borda yöneldi. Orada yazan rakam 3,59" du.Roger başarmıştı. Bir yıl boyunca çaba sarf ettiği hedefine ulaşmıştı. Roger zaferi bedensel gücü ile değil, zihinsel gücü ile kazandı.Roger"den sonra gelen birçok sporcu da zihnin gücünü keşfederek inanılması mümkün olmayan rekorlara imza attılar. Bir yıl içerisinde aynı rekoru 300 atlet kırmayı başardı. Artık sporcular inanılmazları gerçekleştirmenin formülünü %20 bedensel güç % 80 zihinsel güç olarak özetliyorlardı.
alıntı-

14 Haziran 2009 Pazar

Balıklar ve Karıncalar


“Akıntılı sularda karıncaları yiyen balıklara rastlarsınız ve Sular çekildiğinde balıkları yiyen karıncalara.”

Roller öylesine değişken ki, bir misyon üstlenmek imkansız neredeyse. Bir bilen var mıdır yarının neler getireceğini?? Hangi umutlarla başlayacak gün ve hangi düş kırıklarıyla inecek akşam? Hayat dediğimiz şu derya var ya, hani hiç bitmeyecek sandığımız, hani kulaklarımızı tıkayıp, gözlerimizi kapadığımız, duymadığımız, görmediğimiz şu upuzun ve kısacık hayat, aslında bir soluktan ibaret, yani bir soluk kadar uzun ve bir o kadar da kısa. Ne garip bir çelişkidir bu böyle. Adı yok, rengi yok, ırkı yok, dini yok.Aslında adı “çığlık” bunun. Derin, acı ve sancılı bir çığlık. Hani duymaktan kaçındığımız, hani adımlarımızı umarsızca aşırıp bir başka boyuta, ardımıza dönüp bakamayacak kadar yüreğimizi titreten, her gün ve her an duyduğumuz yüzlerce çığlıktan sadece biri.. Gün bitmek üzere. Yarına görerek ve duyarak başlamak mümkün, yarın yeni bir çığlık duymadan.. NASIL MI?
1…Her gün evden çıktığınızda yada geri döndüğünüzde evinize, arşınladığınız yol boyu karşılaştığınız çocuklar var, kimsesiz, sahipsiz, iki büklüm çocuklar, hani şu sokak çocukları. Tutuverin birinin elinden, karnını doyurun yada giydirin veya banyosunu yaptırın o da olmuyorsa saçını kestirip yıkatın, hiçbirini yapamıyorsanız sevin, sıcak ve içten bir gülümseme bile yeter çoğu kez.
2…Otobüsle yolculuk yapıyorsanız ve oturacak bir yer bulabilmişseniz bu iyi bir şans ama mümkünse yanı başınızda ayakta yolculuk yapan yaşlı insanlara yada hamile bayanlara yer verin. Kendinizi ve yakınlarınızı sınayın. Bugün siz onlara, yarın bir başkası size.
3…Kim olduğunun önemi yok, aldığınız simidi alım gücü olmayan biriyle paylaşın, en azından deneyin.
4…Kırdığınız, üzdüğünüz ve canını acıttığınız insanları düşünün, ulaşma imkanınız varsa özür dileyip gönlünü alın. Özür insanın Erdemidir. Ertelemeyin, zaman yetmeyebilir.
5…Alışveriş yapacaksınız. Bir parçada satın alamayan arkadaşınıza, komşunuza veya varlığından haberdar olduğunuz bir yoksula alın.
6…Uzun zamandır ihmal ettiğiniz bir sevdiğinizin yada dostunuzun kapısını tıklayın. Hatırlandığını anımsatın ve hatırlayacak kadar değer verdiğinizi.
7…Boşluktaki insanlara yaklaşmaya çalışın, dinleyin, paylaşın. Anlatın, eleştirin ama incitmemeye özen gösterin. Bağlarını koparan insanları hayata bağlayan çok az şey vardır. Siz bu bağlardan biri olun.
8…Uyuşturucu, içki, kumar ve çarpık ilişkilerden uzak durun. Kendinize, ailenize, sevenlerinize ve çevrenize karşı sorumluluklarınızı hatırlayın ve sizi onlardan uzaklaştıracak illetlerden sakının. Her şey bir ilk’le başlar, denemeyin bile.
9…Evinizden dargın ayrılmayın. Eşiniz, çocuğunuz, anneniz, babanız, kardeşleriniz. Hayat onlarla güzel.
10…Aşk, yaşam ve ölüm arasındaki hassas köprüdür. Yaşayan bir ölü yaratmayın. Size tutkulu olan insana ani manevralarla sırtınızı dönmeyin ve tutkulu olduğunuz insanı size ani manevralarla sırtını dönecek kadar yıpratmayın.
11…Yürüyün, koşun, dans edin ama bedeninizi tembelliğe mahkum etmeyin. Fastfood türü yiyecekler tercih etmeyin, kırmızı et, yağlı ve tuzlu yemeklerden fazla tüketmeyin. Kalp vücudun aynasıdır. Ona iyi bakın. Kalp ameliyatlarının insan doğramaktan farkı yok. Hastalıklarınızı küçümsemeyin.
12…Abartısız ve doğal olun. Olduğunuz gibi, bu en güzel haliniz. Yargılamayın ve hor görmeyin. Üstünlük savaşlarınız ağır yenilgiler almanıza neden olabilir.
13…Konuşmanız gerektiğinde susmayın ve susmanız gerektiğinde konuşmayın. Dili terbiye etmek zordur ama imkansız değildir.
14…Dürüstlük altın bileziktir, kolunuza takın ve asla çıkarmayın.
15…En büyük yatırımınızı insan’a ve sevgi’ye yapın. Bu bazı zamanlar canınızı acıtacak olsa da unutmayın değer kaybetmeyen yatırımlarınız var. Evet hayat çok kısa ve bir o kadarda uzun. Ama gel gelelim ki, şerefle bitirilmesi gereken en asil görevdi hayat..


alıntı-

Farelerin Toplantısı


Bir gün
> fareler bir araya gelirler ve başlarına musallat olan bir
> kediden
> kurtulma
> planları yaparlar.
> Pek çok fikir öne sürülür.
> Hiçbiri kabul görmez.
>
>
> En sonunda genç bir fare kedinin boynuna bir çan asmayı
> önerir.Böylece
> kedi kendilerine yaklaşırken farkına varacak ve
> kaçabileceklerdir. Bu
> öneri fareler tarafından alkışlarla onaylanır.
>
> Bu arada bir köşede
> sessizce onları dinlemekte olan yaşlı bir fare ayağa
>
> kalkar ve bu
> önerinin çok zekice olduğunu, başarılı olacağından
> hiç kuşkusu olmadığını
> belirtir.
>
> Fakat, der, Kafamı bir soru kurcalıyor. Çanı kedinin
> boynuna KİM asacak ???
>
> ALINACAK DERS : IYI
> BIR PLAN YAPMAK AYRI,
> O PLANI GERÇEKLEŞTIRMEK AYRIDIR.

Hayatta Özgürlük Var Mıdır?


Adamın biri bilge bir kral olmakla ün salmış kralın yanına gider. Krala şunu sorar: "Efendim söyleyin bana hayatta özgürlük var mıdır?" Kral "Elbette" der, "Kaç bacağın var senin?". Adam soruya şaşırarak "İki efendim" der. Kral "Pekala, tek bacağının üstünde durabilir misin?" "Elbette" diye cevap verir adam. Kral "O halde hangi bacağın üstünde duracağına karar ver". Adam biraz düşünür ve sol bacağı üstünde durmaya karar verir. "Tamam" der kral "Şimdi de öteki bacağını kaldır." Adam şaşırır "Bu imkansız kralım" der. "Gördün mü?" der kral " Özgürlük budur. Sadece ilk kararı almakta özgürsün. Ondan sonrasında değil." Hayat gerçekten böyle. İlk kararı alıyorsun ve gerisi o ilk karara bağlı olarak gerçekleşiyor.Hayat hata kabul etmiyor. ilk kararın doğruysa işler yolunda gidiyor ama eğer yanlış bir karar aldıysan, herşey zincirleme yanlış gidiyor.Mesela mesleğini seçerken. Hasbelkader, iyi düşünmeden, yeteneklerinin farkında olmaksızın bir meslek seçtiğinde ömür boyu işini zorla yapmaya mahkum oluyorsun. İşinin başındayken başka bir iş yapmayı özlüyorsun. Ama biliyorsun ki; özgürlüğünü kullanmış ilk kararı vermişsin ve yeniden başlama cesaretin olmaz. Bazı insanlar vardır hayatta.Onlar ise herşeyi ardlarında bırakıp yeniden başlayacak kadar cesurdurlar. Ama sen onlardan biri olamıyorsun. Bunca emek bunca çalışmayı sanki çöpmüş gibi bir çırpıda atamıyorsun. Oysa göz ardı ettiğin bir şey var. Hayat çok kısa ve mutsuz olduğun işlerle zaman öldürmek aynı zamanda ruhunu öldürmekle eş anlamlı... Hayat kararlardan ibarettir ve kararlar birer kibrittir. Doğru yerde ateşlediğinde çorbanı kaynatacak ateş olur, yanlış yerde ateşlediğin de ise içinde bulunduğun evle birlikte seni de yakar. Hayat öyle basite alınacak bir oyun değildir. Oyunun kurallarını bilmen ve ona göre oynaman gerekir. Ama çoğu zaman oyunun kurallarını bilmek yetmez. Çok daha önemli olan başka bir şey vardır o da kendini bilmektir. Ne istediğini, neyin seni mutlu edeceğini ve kim olduğunu, neler yapabileceğini bilmek zorundasın. Ancak o zaman doğru kararlar verir ve mutlu bir hayata sahip olursun. Ve kararlar birer kibrittir. Ya kendini yakarsın ya da ısıtırsın.

alıntı-

1 Haziran 2009 Pazartesi

Onları Dinleme Yapabilirsin



Hepimizin "kaybetmek, yenilmek, hayatın pençesinde ezilmek" için nedenleri var.
Üstelik bu nedenler, donmakta olan birini uykunun çektiği gibi uyuşturucu bir mutluluğa bile çekebilir insanı.

Mücadeleyi, savaşmayı, dövüşmeyi bırakırsın.
Kendini, kendi mazeretlerinin karanlık derinliğine salarsın.
Hayatla arandaki kavgayı daha başlamadan kaybedersin.
En çok da "yenilmekten korkanlar" sever daha baştan kaybetmeyi, "yenilmemişlerdir", sadece savaşa girmemişlerdir.
Teslim olmak, yenilmekten daha iyi gelir onlara.

Bırakın savaşmayı, yenilmeyi bile beceremeyenlerin yenilgisidir bu.
Biraz zavallı görünür bu adamlar bana.
Ben savaşmayı severim, savaşanları severim, yenilmekten korkmayanları severim.
Mücadelecileri, dirençlileri, dövüşçüleri severim.
Kendi hayalini kendi yaratıp, ne olursa olsun o hayale yürüyenleri severim.
Böyle adamları benim gözümde değerli kılan onların hayalleri değildir, bazılarının hayalleri bana çok yabancıdır ama o hayale yürüyüşteki cesaret, o her şart altında dimdik duran azim, gerilememe kararlılığı çeker ilgimi.
O insanlar başarırlar.
Başarının ölçüsü de ne para, ne şöhret, ne iktidardır benim için.
Basittir benim başarı tarifim.
İnsanın hayallerini gerçekleştirmesine başarı derim ben.
Hayalinle senin arana dikilen bütün engelleri aşabilmeye.
Geçenlerde Chris Gardner’ın hikayesine rastladım.
Bir zenci.
Çocukluğu kötü geçmiş.
Babası onları terk etmiş, üvey babası çok kötü davranmış, onu ve kardeşlerini hırpalamış, annelerini dövmüş.
Daha yedi yaşındayken "çocuklarını asla bırakmayacağına" yemin etmiş.
Akıllı olduğu için arkadaşları buna "koca kafa" adını takmışlar.
Ama okumamış.
Gidip Deniz Kuvvetleri’ne yazılmış.
Sıhhiyeci olmuş.
Orada işleri çabuk öğrenmiş, doktorların ilgisini çekmiş.
Askerden sonra tıp okumayı düşünmüş.
Ordudan ayrılınca bir hastanede çalışmaya başlamış.
İşler iyi gidiyormuş.
Evlenmiş.
Sonra hastanede çalışmaktan vazgeçmiş.
Hastane malzemeleri satarak zengin olacağına karar vermiş.
Bu karar, onun felaketinin başlangıcı olmuş.
Bu arada bir de oğlu doğmuş.
Kapı kapı dolaşıp "tarayıcı" denilen bir alet satmaya uğraşıyormuş doktorlara.
Ama işler iyi gitmiyormuş.
Hayat gittikçe daha zorlaşıyormuş.
Parasızlık, çocuğun yuva masrafı, biriken faturalar, ödenemeyen kira, karısının çift vardiya çalışması, tarayıcıları kimsenin almaması.
Gardner, her yandan sıkışırken bir gün elinde kocaman tarayıcısı, sırtında her zaman taşıdığı ucuz çantasıyla bir doktor randevusuna yetişmek için hızla yürüdüğü sırada kaldırımın kenarında kırmızı bir Ferrari durmuş, içinden fiyakalı genç bir adam inmiş.
Adamı durdurmuş hemen.
- Efendim, izninizle iki sorum var. Bu arabayı alabilmek için ne iş yapıyorsunuz? Bu işi nasıl yapıyorsunuz?
- Borsacıyım. Şu binada borsacı olmak isteyenler için bir kurs veriyorlar.
Gardner o anda borsacı olmaya karar vermiş.
Ve hemen binaya girip kursa katılmak istediğini söylemiş.
Kursa katılabilmek için gerekli sınavı başarmış ve mülakata girmeye hak kazanmış.
Mülakattan bir gün önce eve polisler gelmişler ve ödemediği trafik cezasından dolayı onu tutuklamışlar.
O sırada evini boyadığı için onu atleti ve eline yüzüne bulaşmış boya lekeleriyle nezarethaneye atmışlar.
Ertesi sabah karakoldan çıkıp, o haliyle koşa koşa mülakata gitmiş.
Bir borsa sınavına, atletle ve yüzünde boya lekeleriyle gelen bu genç zenciye, kurulun başkanı:
- Karşıma atletle gelen bir adamı borsacı olması için kursa kabul etsem, ne dersin, demiş.
- Herhalde çok güzel bir pantolonu vardı, derim efendim.
Bu espri üzerine onu kursa kabul etmişler.
Kurs altı ay sürecekmiş, bu sürede hiç ara vermeyeceklermiş ve sonunda aralarından sadece birini işe alacaklarmış.
Bir yandan kursa gidip, bir yandan da para kazanabilmek için "tarayıcılarını" satmaya uğraşıyormuş.
Ama satamıyormuş.
Hayat daha da zorlaşmış.
Sonunda karısı onu terk etmiş..
Chris, bütün zorluklara rağmen çocuğuyla birlikte yaşamaya karar vermiş ve oğluyla ikisi baş başa kalmışlar.
Bir akşamüstü oğlunu mahalledeki basket sahasında oynamaya götürmüş.
Çocuğun bir atışını sertçe eleştirince küçük oğlan "ben bu oyunu beceremeyeceğim," diye oynamaktan vazgeçmiş.
- Kendileri yapamayanlar sana, senin de yapamayacağını söylerler, demiş oğluna. Sana, ben bile yapamazsın dersem beni dinleme.
Birkaç gün sonra kirayı ödeyemedikleri için ev sahibi onları evden atmış.
Bir motele yerleşmişler.
Sabahları oğlunu yuvaya bırakıyor, kursa gidiyor, kursta hisse satabilmek için müşterilerle konuşarak diğer kursiyerleri geçmeye çalışıyor, akşam yuvaya koşup oğlunu aldıktan sonra "tarayıcılarını" satmak için doktor muayenehanelerini dolaşıyormuş.
İşler biraz düzelmiş.
Tarayıcı satışları artmış.
Tam biraz nefes alacakken bu sefer de bir mektup gelmiş vergi dairesinden.
Ve, kazandığı bütün parayı elinden almışlar.
Satabileceği tek bir tarayıcı ve cebinde on iki dolarla kalmış.
Motele de para ödeyemediği için oradan da atılmışlar.
Ne gidebilecekleri bir yer, ne de ceplerinde para varmış.
Bir metro istasyonuna götürmüş oğlunu.
Oğluna, elindeki tarayıcıyı gösterip "bak bu zaman aleti" demiş, "hadi düğmesine bas ve zaman değişsin."
Çocuk düğmeye basmış.
"Ah," demiş, Chris, "işte zaman değişti, bak dinozorlar geliyor, hadi kaçıp bir mağaraya sığınalım."
Oğluyla metronun tuvaletine girmişler, "burası mağara," demiş Chris, yerlere tuvalet kağıtları serip oğluyla birlikte onların üstüne oturmuş.
Oğlunu uyutmuş ve o uyurken ilk kez ağlamış.
Ertesi sabah kursa elinde "tarayıcısı", bavulu ve bir takım elbisesiyle gitmiş, soranlara "akşam bir yolculuğa çıkacağım da onun için eşyalarım yanımda" diyormuş.
Bir yandan da deli gibi çalışıyormuş kursta.
O akşam bir kilisenin "evsizler" için olan barınağında kalmışlar.
Oğlunu uyuttuktan sonra elindeki son tarayıcının arızasını tamir etmeye uğraşmış.
Artık her sabah kursa gidiyor, bir ara koşarak bir doktor muayenehanesine gidip tarayıcı satmaya çalışıyor, akşamları evsizler için olan barınağın önünde çocuğuyla kuyruğa girip gece yatacakları bir yatak bulmaya uğraşıyormuş.
Bazı geceler barınakta yer bulamayınca metro istasyonunda kalıyorlarmış.
Bir yandan da diğer kursiyerlerin aramaya bile cesaret edemediği zengin yöneticileri arıyor, onlardan randevu alıyor, gerekirse evlerine gidip oğluyla birlikte kapılarını çalıyormuş.
Cebinde beş kuruş parası, yatacak yeri olmayan bu genç zenci bazı günler ülkenin en zengin adamlarıyla tanışıp onlarla dostluk ediyormuş.
Akşam da yeniden evsizler barınağına dönüyormuş.
Bir gün elindeki son "tarayıcıyı" satmayı başarmış.
O gece iyi bir otelde kalmışlar oğluyla birlikte.
Güzel bir hamburger yemişler.
Kurs son günlerine yaklaşıyormuş.
Ama kursun yöneticisi bu zenci öğrenciyi "ayak işlerine" koşturuyor, onun diğerlerine yetişmek için çabalarken bir de bu angaryalar yüzünden zaman kaybetmesine neden oluyormuş.
Bütün bunlara rağmen kursun sonuna kadar dayanmış.
Hisse senetlerini satmış.
Son gün takım elbisesini giyip gitmiş işe.
Onu son mülakata çağırmışlar.
Yönetici ona,
- Bugün burada kursiyer olarak son günün demiş.
Ve, eklemiş:
- Yarın burada bir borsa simsarı olarak işe başlayacaksın çünkü.
O anda Gardner’ın gözleri dolmuş.
- Zor oldu mu Chris, diye sormuş yönetici.
- Çok zor oldu efendim, demiş.
Ertesi sabah iyi bir maaşla işe başlamış.
Altı yıl sonra kendi şirketini kurmuş.
On beş yıl sonra şirketini milyonlarca dolara satmış.
Sonra oturup hayatını yazmış.
Yazdığı kitap bütün dünyada best seller olmuş.
Kitabından yapılan film Oscar’a aday gösterilmiş.
Şimdi artık zengin bir adam.
Bu adamın hikayesini çok sevdim.
Ne borsacı ne de zengin olmasıydı beni etkileyen.
Hayalini gerçekleştirememek için çok geçerli mazeretleri olan, çocuğuyla sokaklarda yatan, aç kalan, bir yandan kendisinden çok daha iyi eğitim görmüş insanlarla yarışırken bir yandan kimsenin almadığı bir "tarayıcıyı" satmaya uğraşan, bir gün bile çocuğunu yalnız bırakmayan ve en zor şartlar altında bile oğluna "yapabilirsin, yapamayanların öğütlerine aldırma" diyen bir adamın mücadele etmesinden, direnmesinden, metro tuvaletlerinde ağlarken bile amacından vazgeçmemesinden etkilendim.
Bu kadar kararlı bir şekilde ne olmak istese olurdu.
Hayattan, sefaletten, açlıktan korkmaması, bir tek gün bile yakınmaması, aç yattığı gecenin sabahında "nasılsın" diyenlere "iyiyim" diye cevap verebilmesi, başaramamak için sahip olduğu mazeretlerin içine saklanmaması, gerektiğinde yirmi dört saat uykusuz kalması, oğluna hep sahip çıkması, insanların ona hayran olmasını sağlıyordu.
Kendi hayat hikayesiyle, oğluna verdiği öğüdü herkese vermiş oluyordu:
- Yapamayanlar sana da yapamayacağını söylerler, onlara inanma.
Herhangi bir şeyi yapamamak için kuvvetli mazeretleri olanlar bu adamın hayatına bir baksınlar.
Onun hayatını izledikten sonra.
Ya yapacak, ya da utanacaklardır.

Kaynak : Hurriyet

Yazan: Ahmet Altan

Bir Haksız Terfi Hikayesi



Her yönetici gibi yoğunken, odama giren bir memur bana; -" Efendim siz, birlikte çalıştığım arkadaşlarımdan birini terfi ettirdiniz. Yaş ve kıdem bakımından aramızda hiçbir fark yok. Öğrenimimiz de aynı. O benden daha yakışıklı da değil. Beni hala terfi ettirmiyorsunuz. " dedi. Ben ise dalgınlık halinde mırıldandım : -" Sokakta gürültü var. Duyuyor musunuz ? Nedir acaba? -" " Gidip sorayım efendim " diye cevap verdi memur sıkkın bir şekilde.Biraz sonra döndü. -" Bir arabaymış efendim ..." -" Yükü neymiş? " diye sordum.- " Gidip bakayım efendim ... " Biraz sonra döndü. -" Arabanın yükü bir sürü çuval efendim."- " Çuvallarda ne varmış?" -" Gidip bakayım efendim." Biraz sonra döndü. -" Çuvallarda çimento varmış efendim..."- " Nereye gidiyormuş bu araba? "- " Gidip bakayım efendim. " Biraz sonra dönüp cevap verdi.- " X ve Y inşaat şirketinin şantiyesine gidiyormuş efendim ..." -" Çok güzel... " dedim. -" Şimdi bana terfi eden arkadaşınızı çağırır mısınız lütfen ? Hani haksız yere terfi eden arkadaşınızı ... " Gitti ,çağırdı.Haksız yere terfi ettirmiş olduğumu söylediği ,o memur geldi. Ben mırıldandım: -" Sokakta bir takım gürültüler oluyor, nedir acaba? " -" Gidip bakayım efendim. " Döndüğü zaman şöyle cevap verdi:- " Kırk çuval portland çimentosu yüklü araba. Çimentoların menşei New Orleans. X ve Y inşaat şirketinin merkez şantiyesine gidiyormuş. " Ve devam etti. -" Uluslararası ulaşıma ait bir kamyon çuvallarını istasyondan almış. Çuvallardan biri patladığı için şimdi bunu değiştirmeye çalışıyorlar."


sözün özü:Çalıştığınız yerde size haksızlık yapıldığını düşünmeye başladıysanız ,amirinizle konuşmadan önce , hani şu demin anlattığımız terfi edemediğinden şikayetçi olan memuru aklınıza getirin ,ve ondan sonra kararınızı verin...


alıntı-