28 Nisan 2009 Salı

Beni Orada Bekle Olur Mu?


Gittin de ne oldu?Günlerden günler geçti.Dünler bugüne, bugünler yarına, yarınlar ertesi güne bıraktı güneşi…Güneş bir doğdu, bir de baktım batmış.Neye yarar ki? En son sorduğumda , “ben hep yanında olacağım” demiştin.Peki, nerdesin? Ben sanmıştım ki, hep yanımda olacaksın, sanmıştım ki her zorlukla karşılaştığımda bana yardım edeceksin…Ama, o kadar gözyaşıma rağmen gittin.Arkadaş dediğin, demiştin bir keresinde gerekirse arkadaşıyla aç da kalır, uykusuz da, ama asla yalnız bırakmaz arkadaşını…Ben de seni o gece hiç yalnız bırakmadım biliyor musun? Son nefesini verene dek yanındaydım.Dualar okudum, yalvardım, ağladım…Olmadı.Zaman buydu sanırım.Bir söz vardı, sen de severdin:) “Zaman ne geri sarar ne de dünde oyalanır.”Öyle de oldu.Hiç oyalanmadan aldı seni zaman…Neyse, fazla uzatmayayım.Şimdilik sana ufak ziyaretler yapıyorum.Seni yalnız bırakmam merak etme.

Beni orada bekle olur mu?

Melda Vardar

26 Nisan 2009 Pazar

Ayna


Adamın biri ilk defa gittiği şehrin tarihî çarşısına uğradığında en yakındaki dükkan sahibine selam verir: -Hâtıra eşya almak istiyorum demiş. Ne tavsiye edersiniz? Dükkân sahibi olan yaşlı zât sakallarını şöyle bir sıvazladıktan sonra: -Buranın en meşhur malı aynalarıdır evlâdım demiş. Ama onları almaya güç ister. Adam hiş tereddüt etmeden: -Ben yaşadığım şehrin en zengin insanıyım demiş. Benim için para mühim değildir. İhtiyar adam başını iki yana sallayıp: -İnşallah gücün yeter demiş. Çünkü kırallar bile alamadı onları. Adam ses tonunu iyice yükselterek: -Benim elde edemeyeceğim şey yoktur diye atılmış.Fiyatları ne kadar? İhtiyar adam: -Seçeceğiniz aynaya bağlı demiş. Günümüze ait aynaları normal fiyata alabilirsiniz.Fakat eski aynalar pahalıdır. Hele hele antikalara gücünüz yetmez. Ama geleceğin aynası bedavadır fakat onu görsen pek beğenmezsin. Adam merakından çatlayacak gibiymiş. Aynaları bir an önce görmek istediği için yaşlı adamın koluna giripdükkânın arka bölümüne geçmiş.

İhtiyar adam elindeki baston ile işaret ederek: -Sana ilk önce günümze ait aynayı göstereyim demiş. Çerçevesi gümüştendir Fiyatı ise sadece 3 altındır. Adam duvarda asılı duran kristal aynayı kısa bir süre incelemiş. Ve ona bakarak kendine çeki düzen verdikten sonra: -Bunun bir özelliğini göremedim demiş.Evimde de bundan üç dört tane var. Yaşlı adam seke seke ilerleyerek: -O halde bu aynaya bak demiş.Çeyrek asır öncesine aittir. Çerçevesi bakırdandır.Fiyatı ise yüz kese altındır. Adam: -Herhalde şaka yapıyorsunuz diye gülümsemiş. Böyle bir ayna on altın bile etmez. İhtiyar adam can sıkıntısıyla: -Ben sana söylemiştim demiş. İsterseniz vazgeçin. Adam biraz tereddüt ettikten sonra aynanın karşısına geçtiğinde bağırmamak için kendini zor zaptetmiş.Gözlerini ovuşturarak baktığı aynadaki görüntü onun yirmibeş yıl önceki hâline aitmiş. Ne başının büyük bölümünü saran beyaz saçlar varmış bu görüntüde ne de yüzünü kırış kırış eden derin çizgiler. Adamın aynaya takılan gözleri biraz sonra fal taşı gibi açılmış.Çünkü aynadaki gençlik görüntüsünün hemen arkasından sevdikleri geçiyormuş birer birer. Hayret içinde: -Aman Allahım! diye bağırmış. Bu geçen annem değil miydi? Hem de henüz kanser olmadan önce. Hemen sonra en sevdiği teyzesi ve dayısı da geçmişler adamın görüntüsü ardından. Her ikisi de çeyrek asır önceki halleriyle. Adam dayanamayıp başını çevirmiş aynadan. İhtiyar ise ona sokularak: -İstersen seni götüreyim buradan demiş. Zaten bir çok insan da öyle yaptı. - Hayır diye itiraz etmiş adam. Annemi özlemiştim dayımla teyzemi de. -Peki demiş yaşlı adam. Şu gördüğün de antika aynadır. Çerçevesi ahşaptır. Değeriyse bin kese altın eder. Adam son derece ürkek adımlarla ilerlerken korkusundan vazgeçmiş. Ama merakını yenemeyip aynaya baktığındaçocuklar gibi çığlık atmış.Yedi sekiz yaşlarında bir çocuk duruyormuş karşısında. Soluk yüzlü incecik dişleri dökük ve saçları dağınık bir çocuk. >-Aman Allahım! demiş. Bu benim çocukluğum.Cebimdeki sapan bile duruyor. Adam biraz sonra sendeleyerek duvara tutunmak zorunda kalmış. Bu seferyirmibeş otuz yaşlarındaki halleriyle annesi ve babası geçiyormuş geriden. Daha sonra da nur yüzlü dedesi. Annesi onu her görüşünde olduğu gibi öpüvermiş yanaklarından. Babası ise her zamanki şakacı hâliyle ensesine bir şaplak atmış yavrusunun. Adam kaçarcasına uzaklaşmış ayna başından. İhtiyarın yanına yığılmış ağlayarak. Yaşlı adam: - Gerçek aynalar böyledir evlât demiş. Bu yüzden de ulaşılmaz onlara.

Adam biraz olsun kendine geldiğinde dükkandan atmak istemiş kendini Fakat tam çıkacakken: - Bedâva aynalardan bahsetmiştiniz demiş. Onu da merak ettim. İhtiyar adan: -Ona bakmanı tavsiye etmem diye atılmış. Bugün fazla yoruldun. -Mutlaka görmeliyim diye ısrar etmiş adam. Bir hâtıra almadan dönemem bu şehirden. Yaşlı adam çaresiz kabul etmiş ve duvarlara asılanlardan farklı olarakdükkânın döşemesi üzerine oturtulan aynaya işaret edip: -Yerde gördüğün geleceğin aynasıdır demiş. Çerçevesi altından olup bedâvadır. Ama onu da hiçkimse almadı. Adam: - Geleceğin Aynası ha! demiş. Yani en son teknoloji ürünü. İhtiyar hiç sesini çıkarmamış. Adam ise emin adımlarla aynaya doğru ilerlemiş ve bakmak için yere eğildiğinde oraya yığılıp kalıvermiş. Yaşlı adam müşterisinin cansız vücudunu kucaklarken: -Geleceğin aynasında ne göreceğini tahmin etmen ve ona göre hazırlıklı olman gerekirdi evlât demiş ve eklemiş: Senin de gücün yetmedi demek ki... İhtiyar adam karşılaşacağı manzarayı bile bile müşterisinin başı ucundaki aynaya bakmış. Kuru bir iskelet görünüyormuş.


alıntı-

Kabağın Sahibi


Vaktiyle bir derviş, nefisle mücadele makamının sonuna gelir. Meşrebin usulünce bundan sonra her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir. Fakat iş yamalı bir hırka giymekten ibaret değildir. Her türlü görünür süslerden arınması gereklidir… Saç, sakal, bıyık, kaş, ne varsa hepsinden. Derviş, usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır.- Vur usturayı berber efendi, der. Berber dervişin saçlarını kazımaya baslar.
Derviş aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır.
Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı
bıçkın bir kabadayı girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider,
başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:
- Kalk bakalım kabak,
kalk da tıraşımızı olalım, diye kükrer.

Dervişlik bu... Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek. Kaideyi bozmaz derviş.
Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden.

Berber mahcup, fakat korkmuştur. Ses çıkaramaz. Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başlar. Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında da sürekli aşağılar dervişi, alay eder:
''Kabak aşağı, kabak yukarı.''

Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz birkaç metre
gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir. Kabadayı oracığa yığılır, kalır. Ölmüştür. Görenler çığlığı basar.
Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayri ihtiyarî sorar:
- Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?
Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:
- Vallahi gücenmedim ona.
Hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki, kabağın bir sahibi var.
O gücenmiş olmalı!
Hikâye böyle... Ama hayat da böyle... kabağın sahibinin en affetmediği şeyin kibir ve kul hakkı yemek olduğu umarım hep aklımızda kalır.
alıntı-

alıntı-

Dostluklar...


Dostluklar.....
- Yüzyüze dostluklar vardir. Günesle ayçiçeginin dostlugu böyle bir dostluktur mesela. Ayçiçegi sabahtan aksama kadar hiç ayiramaz yüzünü günesten...


- Uzak dostluklar vardir. Denizlerin ortasindaki bir adayla, daglarin arasindaki bir göl, birbirlerinin uzak dostlaridir. Dostluklarini gündüz kuslarla, gece yildizlarla iletirler birbirlerine...


- Sessiz dostluklar vardir. Dilsiz bir adamla, duymayan bir baska adamin elleri arasinda sessiz bir dostluk olusur. Her seyden konusur sessizce bu eller...


- Zorunlu dostluklar vardir. Pazarla pazartesinin dostlugu gibi. Pazar agir bir gündür, Pazartesi hizli bir gün... Ayak uyduramazlar birbirlerine. Ama dost olmak, yanyana durmak zorundadirlar...


- Uzun dostluklar vardir. Ikindi günesinin altinda uzayan gölgeler birbirlerine kavusurlar ve uzun boylu bir dostluk olusur aralarinda...


-Günün birinde ölen dostluklar vardir. Bir bahçe içindeki ahsap ev ile yanibasinda duran ceviz agacinin dostlugu gibi... Birgün kocaman elli adamlar ve kocaman gövdeli makinalar o bahçeye girip de, bir süre sonra evin ve ceviz agacinin yerinde asik suratli binalar yükseldigi zaman ölen dostluklar...


- Vakitsiz dostluklar vardir. Bir peçete, bir kagit mendil vakitsizce dostu oluverir gözlerimizin... Ya da ayrilirken verilen bir dal karanfil ellerimize o anda gelen dostluktur...


- Bakimsiz dostluklar vardir bir de... Zaten var, zaten dostuz deyip yillarca bir telefonun, bir kaç cümlelik mektubun, bir mailin bile çok görüldügü dostluklar...


HIÇ BIR DOSTLUGUN BAKIMSIZ KALMAMASI DILEGIYLE

20 Kuruş


Londra''daki camiye yeni bir imam gönderilmiş.
İmam şehire gitmek için hep aynı otobüse biniyor ve çoğu zaman aynı şöföre rastlıyormuş. Bir gün, bilet alırken şöför yanlışlıkla 20 kuruş fazla vermiş.
İmam yanlışlığı yerine oturup parasını sayınca fark etmiş. Kendi kendine düşünüyormuş; "20 kuruşu geri versem mi şöföre?" Ama içinden bir ses; "Çok gülünç bir rakam ve şöförün umrunda değil...
otobüs şirketi çok para kazanıyor zaten... sadece 20 kuruş onlara bişey yapmaz." Ve bu parayı saklayabilirim diye düşünmüş Allah''tan gelen bir hediye gibi... İnecegi durağa gelince, imam kalkmış ve fikrini değiştirmiş, inmeden önce şöförün yanına gitmiş, 20 kuruşu geri vermiş ve: "Para üstünü fazla verdiniz!" demiş. Şöför gülümsemiş ve demiş ki:
"Siz caminin yeni imamısınız değil mi? Aslında uzun zamandır sizi ziyaret etmek istiyordum caminizde, islamı öğrenmek için ve bilerek size fazla para verdim, nasıl tepki vereceğinizi görmek istedim!" Otobüsten inerken imam artık bacaklarını hissetmiyormuş, yere yığılacakmış nerdeyse, bir direğe tutunmuş ve kendine gelmeye çalışmış, gözlerinden yaşlar dökülerek demiş ki:

"Allahım; az daha İslam''ı 20 kuruşa satıyordum!"


alıntı-

Her Zaman Bağışlamak


İki Rahip
Hactan dönüş yolunda iki rahip bir nehir kıyisına ulaşırlar..
Burada en güzel elbiselerini giymiş,ne yapacağını bilmez halde dolaşan bir kadınla karşılaşırlar.
Nehir yüksek olduğundan nasıl karşıya geçeceğını düşünmekdedir....
Elbiselerının ıslanması pek hoş olmayacakdır,rahiplerden biri telaşa fırsat vermeden,kadını sırtına alır ve nehrin
karşısına geçirir.Sonra da kuru bir yere bırakır.....
Rahipler, daha sonra yollarına devam ederler..diyer rahip bir saat kadar sonra sızlanmaya başlar:''''
Kadına dokunmak doğru deyil....Kadınlarla yakın temesa geçmek bizim kurallarımıza aykırı....
Sen nasıl olur da rahiplık kurallarına aykırı davranırsın?'''' der.
Kadını taşıyan rahip önce sessiz sessiz yürümesine devam eder,ama sonra dayanamayıp,
'''' Ben onu sırtımdan indirip nehrin kıyısına bırakalı bir saat oldu...Sen neden hala taşıyorsun?''''diye yanıt verir.
Zen Rahiplerinin Bilgeliği


Geçmiş yaşandi ve bitti peki biz hangi yükleri hala sırtımızda taşıyoruz?
Bağışlamak.......Bağışlamak geçmiş yüklerimizden arınmak ve özgür olmak demekdir .......
Haklı olmayı mı yoksa mutlu olmayı mı istersiniz ?
Hepimizin kimin haklı,kimin haksız olduğuna dair görüşlerimiz vardır,bunlar kendi algılamalarımıza göre gelişmiştir.
Ve hepimiz bu duyguların doğruluğunu göstermek icin bazı açıklamalarda bulunuruz.
Başkalarını bize yaptıklarından dolayı cezalandırmak isterız....
Gercekte,aklımızda ''''ama O bana bunu yaptı şöyle davrandı ''''gibi hikayeyi sıklıkla tekrarlarız.
Böylece, geçmişte bizi kıran kişiden dolayı şimdiki zamanda kendimizi cezalandırma aptallığına düşeriz.
Gecmişten kurtulmak için, nasıl yapacağını bilmesekde, bağışlamayı içtenlikle istemek gerekir.
Bağışlamak bizi yaralayan duygulardan kurtulmak demekdir.
Bunun icin tüm olayı zihnimizden uzaklaşmasına olanak sağlamalıyız.
içinizde duyduğunuz öfke ve kin aslında sizin kendinizi bağişlamamanıza yol acar....
Herkesi bağişlamaya kesİnlİkle hazır olduğunuzu belırtin''

BEN KENDİMİ GEÇMİŞTEN ARINDIRMAYA HAZIRIM ,BEN GEÇMİŞTE BENİ İNCİTMİŞ HERKESI VE BAŞKALARINI İNCİTTİĞIM İCİNDE KENDİMİ BAĞİŞLAMAYA HAZIRIM ,''''diye olumlu düşünün.

''''Evet, böyle bir şey olmuştu, ama artık orada yaşamıyorum.'''' diye düşününün...
Tabii bu onların geçmişteki davranışlarına göz yummak anlamına gelmez.
bu sadece kendimizi öz''ümüzde özgür kılmak,kendimizi gecmişden özgür bırakmak yolumuzu devam etmek anlamına gelir....
Eğer,gecmişte herhangi birisi sizi kırmışsa,o kişiyi sevgiyle kutsayın onu ve kendinizi özgür bırakın,sonrada sizi üzen düşünceyi kafanızdan atın ve yolunuza devam edın.
Kötü duygulardan arınmak istıyorsanız ,büyük görmekden,küskünlüklerden ve kendinize acıma kabından cıkartın.

Şayet,sorunlarımız denilen olayların bizim büyümemize ve değişmemize yarayacak fırsatlar olduğunu anlayabilirsenız bir aşamaya erişirsiniz. Yapmamız gereken tek şey düşünce biçimizi değiştirmekdir.
Yeterki küsmeyi.öc almayı,kırılmayı içimizden söküp atmaya ve bağişlamaya istekli olalım....
Gecmişinizi ve geleceğinizi iyileştirmek mutlu özgür olmak İstiyorsanız BAĞIŞLAYIN...

Yaşam Sevgiden ibaretdir

Yük ve Yol



Hamalsan iki şey önemli oluyor senin için:

Yük ve yol...


Ancak sırtına aldığın yükle bu mesafeyi aşabilirsen,ücret mevzu bahis oluyor. Aksi olursa, cereme çekiyorsun!Bunu düşünüyordum. Yanımdaki hamalla yola çıktık.İhtiyardı. Kendinden büyük bir yük almıştı. Benim sırtımda ise birkaç bavul vardı sadece, onunkinin çeyreği... Diyordum ki içimden "Çok gitmeden kıvrılırsa titreyen bacakları, yüklenirim sırtındaki yükün yarısını!.."


Nitekim, çok geçmeden dedi ki: "Mola vakti. Gel biraz dinlenelim!. .."Ne molası, dedim ona hayretle. Ben daha terlemedim!. . "Sözüme aldırmadı. Durdu. Çöktü. Salarken yükünün ipini "Sen de dinlen hadi" dedi.


Benim canım sıkılmıştı bu işe.Genç olduğumu, ondan kuvvetli olduğumu, bunun gibi bir bunakla yola çıkmamın ne büyük hata olduğunu düşünüyordum. O ihtiyar, bir bacağını azıcık uzatmış halde sessizce dinleniyorken, ben huzursuz bir şekilde ayakta dolanıyordum. Bir saat kadar sonra yine durdu,oturdu, dinlendi. Ben kızgınlıkla dolandım etrafında..."Yükünü indirip sen de dinlen", demesine aldırmadım,ona daha çok kızdım...Sonra yine durdu. Bana da "dinlenmemi" söyledi yine ama dinlenmedim. Yarım saat sonra "dinlenelim mi" diye sordu, aksi aksi başımı salladım...Kaçıncı molasıydı hatırlamıyorum, birden bire dizlerimin bağı çözüldü.Kafamın içinde uçuşan kara kara sinekler sustu, çöküp kaldım. Kayış kolumdan çıktı, sırtımdaki bavullar kaydı. Ne kadar zaman geçtiğini fark etmedim.Uyumuştum da uyandım mı, yoksa bayılmıştım da ayıldım mı anlamadım...Baktım kendi kocaman yükünün üzerine benim bavullarımı da bağlamıştı. Küçük tasına birazcık su koyup dudağıma dayadı, içtim. Sonra koluma girerek; "Hadi kalk, dedi. Bana yaslan. Ağır ağır gider ve bir süre sonra gene dinleniriz." Dediğini yaptım. Omzundan güç aldım, ama asıl anlattıkları iyi geldi bana.


"Ben yılların hamalıyım, dedi. Nice pehlivan yapılı adamlar gördüm. Çoğu, dinlenmek istemediklerinden yükleriyle birlikte kendilerini de toprağa serdi sonunda... Yolda gördüğümüz saçılmış kuru kemiklerin çoğu, anlattığım bu insanlara ait...Halbuki bir yükü "taşımak" bizim işimiz, "altında ezilmek" değil!.. Unutma ki bir yük taşıdıkça ağırlaşır.Dinlenerek sen yükünü hafifletiyorsun! Belki günün birinde hamallığın şekli değişir. Belki o günleri ben göremem.Ama sen kavuşursan o zamanlara, aman ha, kafanın içinde de sakın yük taşıma...Akşamları bırak ve hafifle... Sabah dinlenmiş olarak yeniden tekrar taşırsın yükünü.


Bizim işimiz, bugünü yarına taşımak, bugünün altında yok olmak değil. Çünkü , yarınlarda bizi bekleyenler var, taşıdıklarımızı bekleyenler var...Gerçek şu ki, hepimiz şu hayatın hamallarıyız.. Yüklerimizi en doğru şekilde taşımak ve hayatın altında ezilmemek dileklerimle. ..

alıntıdır...

23 Nisan 2009 Perşembe

Bu da Geçer


Dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye ulaşır. Karşısına çıkanlara, kendisine yardım edecek, yemek ve yatak verecek biri olup olmadığını sorar.

Köylüler, kendilerinin de fakir olduklarını, evlerinin küçük olduğunu söyler ve Şakir diye birinin çiftliğini tarif edip oraya gitmesini salık verirler. Derviş yola koyulur, birkaç köylüye daha rastlar. Onların anlattıklarından, Şakir in bölgenin en zengin kişilerinden biri olduğunu anlar. Bölgedeki ikinci zengin ise Haddad adında bir başka çiftlik sahibidir.
Derviş, Şakir in çiftliğine varır. Çok iyi karşılanır, iyi misafir edilir, yer, içer, dinlenir. Şakir de ailesi de hem misafirperver hem gönlü geniş insanlardır... Yola koyulma zamanı gelip, derviş Şakir e teşekkür ederken, "Böyle zengin olduğun için hep şükret" der.
Şakir ise söyle cevap verir: "Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen, gerçeğin kendisi değildir. Bu da geçer..."
Derviş, Şakir in çiftliğinden ayrıldıktan sonra, bu söz üzerine uzun uzun düşünür. Birkaç yıl sonra, dervişin yolu yine aynı bölgeye düşer. Şakir i hatırlar, bir uğramaya karar verir. Yolda rastladığı köylülerle sohbet ederken Şakir den söz eder. "Haa o Şakir mi" der köylüler, "O iyice fakirledi, şimdi Haddad ın yanında çalışıyor."
Derviş hemen Haddad ın çiftliğine gider, Şakir i bulur. Eski dostu yaşlanmıştır, üzerinde eski püskü giysiler vardır. Üç yıl önceki bir sel felâketinde bütün sığırları telef olmuş, evi yıkılmıştır. Topraklan da işlenemez hale geldiği için tek çare olarak, selden hiç zarar görmemiş ve biraz daha zenginleşmiş olan Haddad ın yanında çalışmak kalmıştır. Şakir ve ailesi üç yıldır Haddad ın hizmetkârıdır. Şakir bu kez dervişi son derece mütevazı olan evinde misafir eder. Kıt kanaat yemeğini onunla paylaşır... Derviş vedalaşırken Şakir e olup bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğunu söyler ve Şakir den şu cevabı alır: "Üzülme... Unutma, bu da geçer..."
Derviş gezmeye devam eder ve yedi yıl sonra yolu yine o bölgeye düşer. Şaşkınlık içinde olan biteni öğrenir. Haddad birkaç yıl önce ölmüş, ailesi olmadığı için de bütün varını yoğunu en sadık hizmetkârı ve eski dostu Şakir e bırakmıştır. Şakir Haddad ın konağında oturmaktadır, kocaman arazileri ve binlerce sığın ile yine yörenin en zengin insanıdır. Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar sevindiğini söyler ve yine aynı cevabı alır: "Bu da geçer..."
Bir zaman sonra derviş yine Şakir i arar. Ona bir tepeyi işaret ederler. Tepede Şakir in mezarı vardır ve taşında şu yazılıdır: "Bu da geçer." Derviş, "Ölümün nesi geçecek" diye düşünür ve gider. Ertesi yıl Şakir in mezarını ziyaret etmek için geri döner, ama ortada ne tepe vardır ne de mezar. Büyük bir sel gelmiş, tepeyi önüne katmış, Şakir den geriye bir iz dahi almamıştır... O aralar ülkenin Sultanı, kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını ister. Öyle bir yüzük ki, mutsuz olduğunda umudunu tazelesin, mutlu olduğunda ise kendisini mutluluğun tembelliğine kaptırmaması gerektiğini hatırlatsın... Hiç kimse Sultanı tatmin edecek böyle bir yüzüğü yapamaz. Sultan ın adamları da bilge dervişi bulup, yardım isterler. Derviş, Sultan ın kuyumcusuna hitaben bir mektup yazıp verir. Kısa bir süre sonra yüzük Sultan a sunulur. Sultan önce bir şey anlamaz, çünkü son derece sade bir yüzüktür bu. Sonra üzerindeki yazıya gözü takılır, biraz düşünür ve yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılır: "Bu da geçer" yazmaktadır.
alıntı-

uyuyor gibi yapıyorsa ne yapsanız nafile....


Bir kasabada her gün hava kararınca, insanlar maymuncuklarını ve fenerlerini yanlarına alır, komşularının evlerini soymaya giderlermiş.
Fakat, gün doğarken geri döndükleri her seferinde kendi evlerini de soyulmuş durumda bulurlarmış. Ama ülkede kimse kaybetmezmiş, çünkü herkes birbirinden çalarmış.
Bir gün, nasıl olmuşsa, dürüst bir adam ortaya çıkmış. Geceleri, diğerleri gibi çantasını fenerini alıp hırsızlığa çıkmaktansa, evinde kalıp çalışmayı tercih edermiş bu adam. Hırsızlar da onun evinin önüne geldiklerinde içeride ışık yandığını görünce döner giderlermiş. Fakat bu durum böyle bir süre devam edince, ahali ona kızmaya başlamış:
“Çalmadan yaşamak senin tercihin, ama başkalarını engellemeye hakkın yok” demişler.
Bunun üzerine dürüst adam, geceleri ışığını söndürüp dışarı çıkmaya başlamış. Her gece, hırsızlık yapmadan orada burada dolaşır durur, sonunda yatmaya evine dönermiş. Fakat her döndüğünde evini soyulmuş bulurmuş. Sonuçta bir haftadan daha az bir sürede, yiyecek içecek hiç bir şeyi kalmamış ve memleketini terketmek zorunda kalmış.
Kasabada hırsızlıkta ustalaşıp giderek zenginleşenler kendileri için soygun yapmak üzere maaşlı hırsızlar tutmaya başlamışlar. Zamanla, zengin fakir ayrımı çoğalmış. Zenginler mallarını korumak için bekçiler tutmuşlar, hapishaneler kurmuşlar. Kendi mallarının çalınmasını da yasa dışı ilan etmişler! Ancak yoksulların mallarını çalmak hala serbestmiş!
Bir süre geçtikten sonra, artık kimse soymaktan ve soyulmaktan söz etmez olmuş. Çünkü, yoksulların çoğu ya açlıktan ölmüş ya da oraları terketip gitmişler. Zenginler ve maaşlı soyguncular ise ortada soyacakları kimse kalmadığından servetlerini yavaş yavaş yitirmeye başlamışlar.
Sonunda zenginler eski düzeni yeniden sağlamak için oraları ilk terkeden dürüst adamı başa getirmeye karar vermişler. Sora sora nerede yaşadığını öğrenmişler. Evine gittiklerinde kapıda yazılı bir kağıt görmüşler. Kağıtta şunlar yazıyormuş:
“Bir insan sadece dürüst olduğu için aranıyorsa, her şey için çok geç olmuş demektir...”
Bir millet uyuyorsa uyandırmak kolaydır.Ama uyumuyor da uyuyor gibi yapıyorsa ne yapsanız nafile, uyandıramazsınız.
Indra Ghandi

Mutlu Yaşayabilmek Uğruna


Mutluluk” bir yaşam hedefidir. Zaman zaman onu yakaladığınızı düşünsenizde, o herzaman kendini sizden uzaklaştırmayı bilir. Tam hedefe ulaştım dediğiniz anda alır başını çeker gider ve tekrar başa dönersiniz. Bu bir döngüdür… Bu döngünün temelinde mutluluğu yakalayabilmek yatmaktadır ve sizi ömrümüzün sonuna kadar bir kovalamacanın içine sürükler.Mutlu bir yaşam sürebilmek için ne yapabilirim diye düşünüyorsanız mutluluğun önce kendi benliğinizde gizlendiğini bilmelisiniz. Onu görüp yakalayabilmek ve tadını çıkarabilmek için kendinizi çok iyi tanımalısınız. Yaşam şartlarınız mutluluğu yakalayabilmek için önemli bir etkendir ve iradeniz dışındaki bu süreçte müdahalelerde bulunabilir. Buna rağmen benliğinize inerek nelerden mutlu olacağınızın sırrını çözerseniz elinizde hazineye giden önemli bir harita olacaktır.Şu da önemli bir gerçektir: Tıpkı her gün güneş doğmadığı gibi, insanoğlu da her daim mutlu yaşayamaz. Mutlaka mutsuzlukları, acıyı ve kederi de tatmalıdır.Tüm bu bahsettiğimiz duygular değilmidir insanı olgunlaştıran ve yaşam süreci boyunca ona eşlik eden? Nice büyük şairlerin esin kaynağı olan da bu dugular değil midir?Optimist bir ( olumlu) bakış açısıyla gözlemlenirse hayat, mutluluğu yakalayabilmek daha da kolay olacaktır. Olumlu düşün… olumlu yaşa… mantığı geçerlidir.Mutluluğu uzaklarda değil, özünüzde arayın…
alıntı-

En güzel şeyin resmini yapmalıyım,AMA NE?


Dünyanın en başarılı ressamlarından sayılıyordu ama içinde tuhaf bir sezgi yıllar sonra anımsanmasını sağlayacak en önemli yapıtını henüz yapmadığını söylüyordu.
Karar verdi, “En güzel şeyin “ resmini yapacaktı. Günlerce düşünmesine karşın, kafasında tam olarak neyin resmini yapacağına ilişkin bir düşünce oluşmuyordu. Aradığını bulmak için dalgın dalgın yürüdüğü bir yolda, karşısına çıkan yaşlı adama sordu: “Dünyanın en güzel şeyinin resmini yapmak istiyorum, ancak ne yapacağımı bilmiyorum. Bana yol gösterebilir misiniz?” dedi. Yaşlı adam ressama kendi düşüncesini söyledi:“ Aradığını her hangi bir mabette, bir Tanrı evinde bulabilirsin oğlum” dedi. Ressam yoluna devam etti. Az ilerde nikâh salonundan çıkmış balayına gitmek üzere olan bir çift gördü. Bu kez çiçeği burnunda geline sordu aynı soruyu:“ Sizce Dünyanın en güzel şeyi nedir?” Gelin eşinin gözlerinin içine sevgiyle bakarak yanıtladı ressamı:“AŞK” dedi.” Aşk, fakirliği zenginliğe, gözyaşlarını gülümsemeye döndürür. Azı çok yapar. Onsuz güzellik olmaz.”Duyduğu bu iki ayrı açıklamayı düşünerek yoluna devam eden ressamın karşısına yorgun bir asker çıktı bu kez. Ressam aynı soruyu ona da sordu. Yüzünde yaşadığı ve gördüğü olaylardan derin izler taşıyan asker fazla düşünmeden yanıtladı ressamı:“Dünyanın en güzel şeyi BARIŞ, en çirkin şeyi de savaştır” dedi. “Barışı bulduğun yerde güzelliği mutlaka bulursun.”Sorusuna aldığı yanıtlar ressamı rahatlatacağına daha da kederlendirdi.“İNANÇ, AŞK ve BARIŞ” nasıl çizilebilir, nasıl anlatılabilirdi? Evinin önüne geldi. Dalgın bir halde kapıyı açıp, içeri girdiğinde dünyanın en güzel şeyinin tüm yanıtlarını bulduğunu anladı.“Babacığım” diye kendisine koşan çocuğunun gözünde inancı gördü ve Tanrı’ya onu kendisine verdiği için teşekkür etti. “Hoş geldin” diyen eşinin gözleri aşkla aydınlanmıştı. Ve evinde, askerin sözünü ettiği barış ve huzur vardı. Hiç zaman kaybetmeden tuvalinin karşısına geçen ressam, kısa bir süre sonra en güzel resmini tamamladı. Tablonun adı: “YUVAM” dı.


Hikâye: W.O.Goodwin’den alıntı.

20 Yıl Sonra...


Bundan 20 yıl sonra, yaptıkların değil,yapamadıkların için üzüleceksin.

Dolayısıyla halatları çöz. Güvenli limandan uzaklara yelken aç.
Rüzgarı yakala, araştır, düşle, keşfet.
Düşün, onları seyredecek birileri olmasaydı, kaç kişi Mercedes otomobil alırdı.
Bilimde ve güzel sanatlarda en üstün başarılar, tek başlarına çalışan kişiler tarafından elde edilmiştir. Hiçbir parkta bir kurul için dikilmiş bir anıt yoktur.
Yapabileceğin kadar söz ver. Sonra söz verdiğinden daha fazlasını yap.
Oturarak başarıya ulaşan tek yaratık bir tavuktur. Dertlerini gözyaşlarında boğmak isteyenlere dertlerin yüzme bildiğini söyle.
Dalın ucuna gitmekten korkma. Meyve oradadır.
Büyük adam büyüklüğünü küçük adama davranışıyla gösterir.
Şans bukelamun gibidir. Biraz zaman tanı, mutlaka değişecektir.
"Tarihte en etkili 100 kişi" adlı kitabı okudum. Onların hepsiyle ortak olduğumuz tek şeyin zaman olduğunu hayretle gördüm.
Günün sonunda kendini bir sokak köpeği kadar yorgun hissediyorsan,bu belki bütün gün hırladığın içindir.
Başlamak için en uygun zamanı beklersen hiç
başlamayabilirsin.Şimdi başla!
Şu anda bulunduğun yerden, elindekilerle başla.
Gülümsediğinde güzelleşmeyen bir yüz hiç görmedim.
Kimi zaman içindeki o sessiz sese uzmanlardan daha fazla güven.
Aerodinamik yasalarına göre o tombul ve tüylü arının hiç uçmaması gerekiyordu. Herhalde bunu ona hiçkimse söylemedi ki, uçuyor.
Zamanlarının büyük bir kısmını para kazanmak ve saklamakla geçiren insanlar, sonunda, en çok istediklerinin satın alınamayacak şeyler
olduğunu anlarlar.
Öteki insanlardan daha akıllı ol. Yalnız bunu onlara söyleme!
Mutlu olmanın en garantili yolu bir başkasını mutlu etmektir.
Hayatta ya tozu dumana katarsın, ya da tozu dumanı yutarsın.
İyi çalışan, sık gülen ve çok seven başarıyı elde eder.
İnsanin tum evrende kesin olarak duzeltebilecegi tek bir sey vardir: Kendisi.
Kaynak : Aldous Huxley

Sakıp Sabancı'nın 48 Öğüdü...


Örnek insan, merhum Sakıp Sabancı nın Bülent Şenver e kitabında yayınlaması için verdiği 48 öğüdü...
1.Nasıl bir "Güç" arıyorsunuz? Onu Bilin. Güce sahip olduktan sonra ise onu iyi kullanın.
2.Başkasından, özellikle politikacıdan medet, ummayın.

3.Birlik ve beraberlik arayışını her işte ve her fırsatta sürdürün.
4.Karşınızdakilerin "İnsan" olduğunu hiçbirzaman unutmayın
5.İnsanların birer "Makina" olmadıklarını bilin.
6.Terfi, ödüllendirme ve cezalandırma, başarıya yol açar.
7.Adil olun. Her işte, her konuda, her fırsatta ve herkese karşı adil olun.
8."Vicdan Huzuru" başarılı olabilmenin temel şartıdır.
9.Ayaklarınız her zaman yere bassın. Hiçbirzaman havalarda dolaşmayın. Kendinizi kimseden üstün görmeyin.
10.Hiçbir işi "Kıyısından Köşesinden Tutmayın". Yapacağınız iş ne ise, küçümsemeden ona sahip çıkın.
11.Hayata uyun.
12.İyilikleri unutmayın. İyilikleri karşılıksız bırakmayın.
13.Aç gözlü olmayın. "Allahıma Şükür" demesini bilin.
14.Şans, kader ve kısmet, yararlanmasını bilenler için vardır.
15.Hiç ölmeyecek gibi çalışın. Yarın ölecekmiş gibi hazırlıklı olun.
16.Dünyanın sizin etrafınızda kurulduğunu sanmayın.
17.Dostluğa ve arkadaşlığa önem verin.
18.Güler yüzlü ve tatlı dilli olun.
19.Hedefiniz nedir? Onu bilin. Dağılmayın. Lüzumsuz şeylerle uğraşmayın.
20.Sağlıklı olun. Sağlık herşeyin başıdır.
21.Düzenli bir yaşamınız olsun.
22.Manevi dünyanız zengin olsun. Sonra maddi zenginlik gelir.
23.Bilgili olun.
24.Gözünüzü açın.
25.Risk almayı bilin. Cesur olun.
26.Güvenilir insan olun.
27.Hangi işi yapacaksanız, o işi en iyi bilenler ile işbirliği yapın.
28.Yaptığınız iş farklı olsun.
29.Müesseseleşin.
30.İşinizi sevin. İşinize sahip çıkın.
31.Tasarrufa önem verin. Tasarruf yatırım demektir.
32.Borç para vermekte, kefil olmakta dikkatli davranın.
33."İyiyi" yüreklendirin, alkış verin. "Kötüyü" ayıplayın, ceza verin.
34. Allah herkese "Bölüşmeyi" nasib etmez. "Bölüşmek" ve "Paylaşmak" kutsal ve keyifli bir iştir. Bölüşmesini bilin. Paylaşmasını becerin.
35.Kim akıllı üretir ise onun yanında olun. Kim akılsız tüketir ise ondan uzak durun.
36.Her şeyin bir şeyini, Bir şeyin her şeyini bileceksiniz.
37.Karınıza ve çocuklarınıza vakit ayırın. Ne kadar yoğun proğramınız olursa olsun, karınıza ve çocuklarınıza zaman ayırmalısınız. Bu bir zorunluluk değil bir zevktir.
38.Adınızı temiz tutmaya özen gösterin. Başarı bir bütündür. İsminizi temiz tutun ki, başarı isminizi taçlandırsın.
39.İşbirliği yapacağınız insanları, birlikte çalışacağınız kişileri ve ortaklarınızı seçerken dikkatli olun. Arkadaşlıklarınızı ve dostluklarınızı iyi kurun.
40.Çıkar uğruna, menfaat bekleyişi içinde, belli kolaylıklardan veya imkanlardan yararlanmak hesabıyla, uygunsuz kişi veya guruplarla ilişkiye girmeyin.
41.Kişisel çıkar uğruna, geçici kazanç için kimseyi satmayın.
42.Fikirlerinizden ve değer yargılarınızdan fedakarlık etmeyin. Etmeyin ki önce aileniz ve yanınızda çalışanlar, sonra iş yaptıklarınız ve çevreniz size güvensin.
43.Şeyh uçmaz. Onu müridleri uçurur. Başarıyı yakalamak, başarıyısürdürmek, başarıyı ileriye götürmek isteyenler ayaklarını yerden kesmemeye, uçmamaya özen gösterirler. Çünkü uçan hiçbir şey havada kalmaz.
44.Hırçın olmayın, hem kendinize hem de başkalarına huzur verin. Hırçınlıklarınızı yenmeye çalışın.
45.Dost olun, arkadaş olun. Dostunuz olsun, arkadaşınız olsun. İnsan sevdikçe ve sevildikçe mutlu olur.
46.Yaşamadan ölmeyin. Yaşayarak ölün. Ölümden söz etmek kötü birşey ama, ölüm mukadder son. Her faninin kaderinde var İnsan bu dünyaya bir defa geliyor.
47.İnsan ölürken yaptıklarına değil, yapamadıklarına pişman olurmuş. Son nefesinizde yapamadığınız şeyler için üzüntü duyun.
48.Eşini iyi seçemeyen, işini de iyi seçemez.

Kimse Mükemmel Değildir


Ama olmaya çalışmalıdır. “Gel! Gel! Ne olursan ol yine gel! İster kafir, ister mecusi, ister putperest ol! Yine gel !” diyen Mevlana’nın bu çağrısını “Ne olursan ol, değiş öyle gel veya değişmek üzere bana gel” şeklinde anlamak gerekir. Putperest, Mecusi veya kafir olarak kalacaksa Mevlana’nın yanına gelmesine gerek kalmazdı ve bu çağrının bir anlamı da olmazdı. Değişim bireysel anlamda mükemmelliğin arayışıdır. Uygarlıklar bu temel kuralın üzerinde yükselmiştir. Sanatta, bilimde, kültürde eğer hatalar olduğu gibi kabul edilseydi hiçbir ilerleme ve gelişme sağlanamazdı. İnsanlık ilkel klan hayatına devam eder giderdi. Mükemmeli aramak; bir boyutuyla hatalı olanları atmak diğer boyutuyla eksik kısımları tamamlamaktır. Rodin; nasıl o mükemmel heykelleri yaptığını soranlara; “Taşın fazlalıklarını atıyorum, geriye heykeller kalıyor” cevabını vermişti. Heykelde, resimde, şiirde, özellikle bilimde mükemmeli aramak, hatalardan kurtulmak, eksikleri tamamlamak gelişimin temel dürtüsü ise, bu niçin en büyük sanat eseri ve bilim harikası olan insan için geçerli olmasın? İnsanın davranışsal ve düşünsel mükemmelli araması da bir diğer anlamıyla bilimin, kültürün ve sanatın gelişimi anlamına gelmez mi?
Cenap Şehabettin’in “Başarı en etkili leke ilacıdır” özdeyişinde özetlenen düşünce aslında mükemmeli aramak çaba ve çilesi içinde olmayanların geliştirdiği bir savunma düzeneği. Herhangi bir konuda, herhangi bir şekilde –genellikle tesadüfen- benzerlerinden farklı bir konuma geçenlerin her türlü hata ve eksikliklerinin üzerinin örtülmesinin mantıklı bir gerekçesi olmamalı. Başarı, çirkinlikleri örten bir şal değil, güzelde mükemmeli aramanın bir ödülü olmalı.
Kutsal Kitaplardan İncil’de şöyle bir hikaye anlatılır: “Günah işlemiş bir kadın toplanan kalabalık tarafından taşlanarak öldürülecektir. Hazreti İsa; “İlk taşı içinizden günahı olmayan atsın der. Kalabalık hiçbir taş atamadan dağılmıştır.” Bunu; herkesin günah işleme hakkının olduğu, hataların hiç de önemli olmadığı, herkesin bir şekilde hata içinde olduğu şeklinde anlamak Hazreti İsa’ya karşı haksızlık olur. O zaman Hazreti İsa’nın çabası neydi?
Hataları hoş görmek eğilimi, “beni yargılamaya hakkın yok” cümlesinin arkasına sığınarak her türlü hatasını değiştirmeden dayatma saplantısı, “canım kiri varsa sabunu da var” züğürt tesellisini yaşam felsefesi haline getirme çarpıklığı hep mükemmeli arama çabası ve çilesinden kaçma düşüncesidir.
Mükemmellik ise bir alanda iyi olmakla ulaşılabilecek bir hedef değildir. Elektrik, hidrolik, motor, kaporta, enerji v.s. unsurlarından yalnızca biri noksan kalsa aracımız trafiğe çıkamaz. İşe yaramaz. Zaten başarıyı değerlendirirken bu ayrım yapılmaktadır. “Van Gogh, resim dalında mükemmeli arayan bir sanatçıydı. Ama kendi kulağını kesecek kadar çılgındı. Davranış bozukluğu içindeydi.” Cümlesi doğru bir tanımlama, “O kadar iyi bir ressam idi ki kulağını kesmesi, çılgın olması hiç önemli değildi” cümlesi, kendi başarısızlıklarını, hatalarını, kusurlarını, noksanlıklarını örtbas etme çabasıdır.
Bütün bunlar, “bir baş ol da ne başı olursan ol” diyerek yola çıkanların, “bir konuda başarılı ol da hangi konu olursa olsun” noktasına düşmesidir. Düştüğü yerde kalsaydı kabul edilebilir bir şey olurdu. Ama düşüş asla bulunduğu yerde kalmayacak bir sürecin başlangıcı olduğu için bu kadar korkutucu ve ürkütücü. Hep sonrası gelmek zorundaydı. Nitekim öyle oldu. “Başarılı ol da nasıl olursa olsun” sonra “başarılı olmak için her yol mübahtır” sonra “başarılı olduktan sonra her şey unutulup gidecektir” sonra “başarılı olmak fark yaratmaktır” sonra “başarılı olmak aynı zamanda farkındalık yaratmaktır” sonra “başarılı olmak gündemde kalmayı bilmektir” sonra… Bu gidiş eksi sonsuz.
Kralın soytarısı olmayı kral olmak zannedenler tükendikleri gün içinde bulundukları düzeneğe sövmeye başlayacaktır. Ama iş işten çoktan geçmiş olacak. Bütün olup bitenin en kötü en umarsız en acımasız tarafı kralın soytarısı olabilmek için yüz binlerin sırada bekliyor oluşlarıdır.
alıntı-

20 Nisan 2009 Pazartesi

Söylediklerimi İşitin Lütfen


Bana aldanmayın!Yüzüm bir maskedir,sizi aldatmasınBinlerce maskem var,Çıkartmaya korktuğum,Ve,Hiçbiri ben değilim.....

Olmadığımı göstermek İkinci doğam oldu."Kendinden emin biri" dersiniz,Sanki güllük gülistanlıkBenim için her şey...

Adım güven belirtir,Ve,Oyunumun adı "Ağırbaşlılıktır"İçimde ve dışımda denizler sakin,Her şeyin kumandanı ben....

Kimseye gereksinme duymayanBen......

Fakat,inanmayın bana,Lütfen!......

şey dışta düzgün ve cilalı,Hiç yıpranmayan,her zaman saklayanO maske!.....

Altta ne güven,ne de rahatlık....

Altta,Karışıklık,korku ve yanlızlık içinde bocalayanGerçek ben!.....

Ama saklarım bu gerçeği savunuculukla...

Kimsenin bilmesini istemem....

Zayıf taraflarımı gördükçe,Titrer ve sararırım.....

başkaları görürse iç dünyamı....

Gerçek ben yanlızlığımı!İşte,Maskelerimi onun için takarım....

Onun için,arkalarına saklanıcakMaskeler yaratırım....

Onlar,Gösterişte kullanabileceğimParlatılmış yüzlerim.Beni korur,bakan gözlerden.Beni olduğum gibi kabul edecek,SevecekBakışlar bulamazsam,Solacak kuruyacak gerçek ben...

Ve,Ben bunu biliyorum.Beni kendi maskelerimden kurtaracak,Kurduğum hapishaneden kurtaracakDiktiğim engellerden aşıracak,Beni seven,Beni anlayanBakışlar olacak.

Bana,"Sen değerlisin" diyecek,"

Maskesizken,daha bir insansın"

"Daha yakın,daha bir dostsun"Diyecek

bir bakışaBeni gören bir bakışa Muhtacım.....

Benim yanıma sokulman kolay olmayacaktır!....

Uyarırım seni dost!....

Uzun yıllar kendimi yetersiz hissetmiş ben,Sana kendini kolayca açamayacaktır....

Bütün gücümle tutunacağım maskelerime,Ne kadar sokulursan yakınıma,O denli şiddetli geri iteceğim seni...

olduğumu merak ediyormusun?Hiç merak etme...

Ben çevrendekiHer erkek ve kadınım....

MaSKe takan her İnSaNıM.

"CHARLES C.FINN"(Çeviren :Doğan Cüceloğlu)

Tepkisizlik


Unlu virtioz piyanonun basina oturmus ve salonu hinca hınc dolduran seyircilerin onunde, konserine baslamisti. ancak tuslara basip caliyor gorunmesine ragmen, telleri inceden sıkılmis olan piyanodan hicbir ses cikmiyordu!

Dinleyiciler, birbirine goz ucuyla bakarak ne yapmalari gerektigini arastiriyorlar, fakat nedense tepki gosteremiyorlardi. iki saat suren sessiz konserden sonra ünlü virtüoz oturdugu yerden kalkarak buyuk bir ciddiyetle onlari selamladi.
Salon surekli alkis sesleriyle cinliyordu. ingiltere de yasanan bu olaydan sonra piyanist, kendisiyle roportaj yapan televizyon spikerine : -"insanlardaki tepkisizligin nereye kadar varacagini ogrenmek istedim" .... diyordu...
- "Meger sınırı yokmus.."

alıntı-

Hazır Cevaplılık


Dünya nimetlerine ehemmiyet vermeyen yasayis ve felsefesiyle ünlü filozof Diyojen, bir gün çok dar bir sokakta zenginliginden baska hiçbirseyi olmayan kibirli bir adamla karsilasir.
Ikisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün degildir...
Magrur zengin, hor gördügü filozofa: "Ben bir serserinin önünden kenara çekilmem" der
Diyojen, kenara çekilerek gayet sakin su karsiligi verir: - Ben çekilirim!!
********************
Bir semsiye tamircisi, yazmis oldugu siirleri incelemesi için Sheaksper a gönderdiginde, ünlü yazarin cevabi su olur:
- Dostum siz semsiye yapin, hep semsiye yapin, sadece semsiy yapin..
*******************
Meshur bir filozofa:
Servet ayaklarinizin altinda oldugu halde neden bu kadar
fakirsiniz? diye soruldugunda:
Ona ulasmak için egilmek lazim da ondan, demis.
*********************
Dostlarinda biri, Fransiz krali 15. Lui ye:
Majesteleri, demis. Akil vergisi almayi hiç düsündünüz mü? Hiç kimse budalalagi kabul etmeyecegine göre, herkes böyle bir vergiyi seve seve öder.
Kral, alayli alayli gülerek:
Hakikatten enteresan bir fikir, cevabini vermis. Bu bulusunuza karsilik, sizi akil vergisinden muaf tutuyorum.
*******************
Kulaklarinin büyüklügü ile ünlü Galile ye hasimlarinindan biri:
- Efendim, demis. Kulaklariniz, bir insan için biraz büyük degilmi?
Galile:
- Dogru, demis. Benim kulaklarim bir insan için biraz büyük ama,
seninkiler bir esek için fazla küçük sayilmaz mi
*******************
Fransa hükümet ricalinden biri Napolyon un bir muharebede
tenkide kalkisip parmagini harita üzerinde gezdirerek:
Önce surasini almaliydiniz, sonra buradan geçerek ötesini
zapdetmeliydiniz, gibi fikirler belirtmeye baslayinca
Napolyon:
- Evet, demis. Onlar parmakla alinabilseydi dedigin gibi yapardim.
*******************
Bir toplantida bir genç M.Akif küçük düsürmek için:
- Afedersiniz, siz veterinermisiniz? demis.
M.Akif hiç istifini bozmadan su cevabi vermis:
- Evet, biryeriniz mi agriyordu?
******************
Idam edilmek üzere olan bir mahkuma
Diyecegin bir sey var mi? diye sorduklarinda:
- Bu bana iyi bir ders oldu!!
******************
Yavuz Sultan Selim, birçok Osmanli padisahi gibi sefere çikacagi
yerleri gizli tutarmis. Bir sefer hazirliginda, vezirlerinden biri
israrla
seferin yapilacagi ülkey sorunca, Yavuz ona:
- Sen sir saklamayi bilir misin? diye sormus. Vezir:
- Evet hünkarim, bilirim dediginde, Yavuz cevabi yapistirmis:
- Bende bilirim.
*****************
Sultan Alparslan 27 bin askeriyle bizans
topraklarinda ilerlerken, kesfe gönderdigi
askerlerden biri huzuruna gelip telasla:
- 300 bin kisilik düsman ordusu bize dogru yaklasiyor, der.
Alparslan hiç önemsemeyerek söyle der:
- Bizde onlara yaklasiyoruz.
*****************
Bir filozofa sormuslar:
Sansa inanirmisiniz?
Filozof: Evet, yoksa sevmedigim insanlarin basarisini
neyle açiklardim.
alıntı-

700 Yıllık Altın Öğüt


Aşağıda Osman Bey''e ünlü İslam Alimi, Şeyh Edeb-Ali''nin verdiği öğütleri anlatan bir yazı. Çok hoşuma gitti. Neredeyse 700 yıl önce söylenmiş ama hiç mi hiç eskimemiş. Tüm zamanlar için geçerli."Oğul insanlar vardır şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Avun oğlum avun. Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelamlısın, ama bunları nerede, nasıl kullanacağını bilemezsen sabah rüzgarında savrulur gidersin...Öfken ve nefsin bir olup aklını yener. Daima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olasın. Dünya senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizemler, bilinmeyenler, görülmeyenler ancak senin fazilet erdemlerinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı, atanı say, bereket büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çölleredönersin. Açık sözlü ol, her sözü üstüne alma. Gördün söyleme, bildin bilme.Sevildiğin yere sık gidip gelme, kalkar muhabbetin itibar olmaz.Üç kişiye acı:* Cahiller arasındaki alime,* Zenginken fakir düşene,* Hatırlı iken itibarını kaybedene.Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.Haklı olduğunda mücadeleden korkma.


"Bilesin ki atın iyisine DORU,"

"Yiğidin iyisine DELİ derler."


alıntı-

Acının İlacı


Tek oğlunu kaybeden üzüntü içindeki çin’li kadın bir din adamına gider ve, “hangi duaları etsem, hangi büyüleri, sihirleri yapsam oğlumu bana geri getirir?” diye sorar.

Ona birkaç teselli sözü söyleyip, geri yollamak yerine; din adamı, “bana asla acıyı tatmamış bir evden, bir hardal tohumu getir. Onu, senin yaşamından acıyı yok etmek için kullanacağız” der.
Kadın hemen bu büyülü tohumu aramaya başlar. Çok güzel, kocaman bir evin önüne gelir ve kapıyı çalar. “Asla acıyı yaşamamış bir ev arıyorum. Burası öyle bir yer mi? Bu benim için çok önemli” diye sorar.
Onu içeriye alırlar ve “sen yanlış yerdesin” diye söze başlarlar. Daha sonra son günlerde başlarından geçen tüm trajik olayları anlatmaya koyulurlar.
Kadın kendi kendine düşünür. “Bunlar benden daha acılı, bunlara birinin yardımcı olması gerekir.” Ve orada kalıp onlara yardımcı olmaya karar verir.
Daha sonra başka evler aramayı sürdürür, acısı olmayan. Ama nereye gitse herbirinden acı dolu binbir hikaye duyar. Ancak insanların acılarını azaltabilme işine öylesine kendini kaptırır ki neredeyse oğlunun acısını ve onu unutturacak olan hardal tohumunu aramayı unutur. Böylece yavaş yavaş acı onun yaşamından çıkar gider....
Brian Cavanaugh

Değişime Giden Yolunuz


Psikologlar, insanların yeniliklere ve değişimlere her zaman açık, hatta bunlara hasret olduklarını keşfettiler. Ancak buna rağmen hemen hepimiz bildiğimiz güvenli limanlarda kalmakta ısrarcıyız. Bizler her zaman bildiğimiz, tanıdık dünyamızda daha güvenli ve mutlu olacağımıza inanıyoruz.Oysa gerçeğin ötesinde hiç bir şey yoktur.
Kişisel büyümemizden ve gelişimimizden kaçındığımız zamanlar aslında biz insanların hayatlarındaki en tehlikeli zamanlardır.Evet, bu risk almayı gerektiren ürkütücü bilgi sizi bildiğinizden daha zor bir yola iter. Değişime alışmak zordur. Ama fırsatlar bir yerlerde hala var ve sizi bekliyorlar...Değişimin olduğu yerlerde..Orası bizim en mükemmel kişiliklerimizi ortaya koyacağımız yerdir.
Lider olabilmenin en önemli görevi ( ki biliyoruz liderlik geçici bir durum değil bir yaşam tarzı) değişimin bir parçası olabilmektir. Değişim zamanı geldiğinde en büyük liderler en iyi öğrenenler olacaktır. Liderlerin her zaman zihinleri açıktır, yeni fikirler üretebilirler, keşfedilmemiş yollar bulabilirler, her şeyi sorgularlar ve her an yeni fırsatlar yakalayabilirler.

Yani liderler gibi sizinde karşınıza fırsatlar çıktığı zaman, kaçma zamanı değil öğrenme zamanı olmalıdır.
İşte size değişim yolunuzu öğrenebileceğiniz bir kaç öneri:
1.Dur durak bilmeden okuyun: Kütüphanem çocuklarıma bırakacağım en büyük mirasımdır. Her bir kitap, hayatını istediğin bir üst seviyeye çıkarabileceğin, gelişebileceğin sırlarla doludur. Birileri bir yerlerde birşeyler yapmış veya yapıyor. Onları öğrenin. Birşeyler katın kendinize.
2.Günlük tutun: Duygularınızı anlamanın en iyi yolu onları bir yerlere yansıtmaktır. Ve bunun, sakin huzur dolu bir yerde oturup elinize kahvenizi ve birkaç parça kağıdı alıp yazmaktan daha iyi bir yolu yoktur.
3.Konuşun: Hiçbir şey beni harika bir konuşmadan daha çok etkileyemez. Fırsat buldukça sizi büyüleyen, konuşmasıyla sizi hipnotize edecek kişilerle konuşun. Ama zaman zamanda sizi rahatsız edecek kişilerle konuşmayı unutmayın. Çünkü aynı fikirde olmayacağınız insanlardan da bir çok şey öğrenebileceğinize inanmalısınız. Dünyada hiç birşey size, bir başkasının bakış açısından bakmanızdan daha çok şey öğretemez.
4.Maceraya atılın: Yeni bir yemek deneyin, arkadaşlarınızla doğa gezilerine çıkın, yeni mekanlar keşfedin. Bunlar sizi daha yaratıcı yapacaktır. Maceralar size dünyada her zaman keşfedilmeyi bekleyen yeni yollar olduğunu gösterecektir. Hatta bu maceralar belki de hayatınızdaki büyük değişiminin birer küçük parçası olacaktır.
5.Dinleyin: Müzik çalarınızı sevin. Müzik çalarınız size dünyadaki en harika sesleri, seslerin dansını ve evrenin sırlarını fısıldayacaktır.
Kim hızlı öğrenirse o kazanır..Hiç bir şey yeni şeyler öğrenmekten, daha iyi bir gelişim aracı olmayacaktır.
Dünya standartlarında bir birey olmak için siz neler yapabilirsiniz?

Kaynak:psychologyabout

Şimdiki Zamanda Yaşamak


Anladım ki geçmiş ve gelecek bir hayal, tek sahip olduğu zaman ise şimdiki zaman…
Şimdiki zamanda yaşamak demek uyanık olma, şu anda yaşadıklarımızın farkında olmak demektir. Tüm hislerimiz ve düşüncelerimiz şu andadır,şu dakikalarla ilgiliyizdir, geçmiş ya da gelecekle ilgili değilizdir. Geçmiş geçmiştir.Artık onu değiştiremeyiz, gelecek ise henüz gelmemiştir bu yüzden neler olacağını hiçbir zaman bilemeyiz.

Doğru, yaşamın sadece anlardan ibaret olduğudur. Yaşam, şu anda içinde olduğumuz dakikadadır.
Aşağıda bir öğretmenin,öğrencisine şimdiki zamanla ilgili aktarımını okuyacaksınız:
Öğretmen: Şimdiki zamanda yaşamak seni tüm korku, endişe ve kaygılarından kurtulmanı, zamanını boşa harcamamanı ve negatif düşüncelerden arınmanı sağlar. Eğer sürekli geçmişte yaşadıklarını düşünürsen, tüm duygu ve düşüncelerin seni geçmişe götürür.Yaşanmış ve bitmiş olayları bilinçsizce tekrar tekrar yaşarsın. Zihnin geçmişle gelecek arasında bir yerlerde kalır ve hangisinin gerçek olduğunu bile bilmeden kendinle çatışmaya başlarsın. Bu da zihninin sürekli dolu ve rahatsız edici olmasını sağlar.

Benzer şey sürekli geleceği düşünmek içinde geçerlidir. Eğer geleceği planlamak ve şekillendirmek adına geleceği düşlemek bize başarı getirir. Fakat aklını sürekli gelecekte olmasını muhtemel gördüklerin üzerinde meşgul edersen bu da tıpkı geçmişi düşünmek gibi zihnini rahatsız edici bir sürü düşünceyle doldurur.
En iyi yaklaşım tarzı direk olarak zihnini şu ana çevirmektir. Yani şu dakikada yaptığın işe, şu dakikadaki hislerine, şu anda çevrende olup bitenlere odaklanmandır. Aklını gereksiz kaygı ve endişelerle değil şimdiyle meşgul etmelisin.
Öğrenci: Yani söylemek istediğiniz geçmiş ya da geleceği hiç düşünmemek mi?
Öğretmen: Geçmişten öğren, gelecek için plan kur ama şimdide yaşa. Geçmişi değiştiremezsin, gelecekte de yaşayamazsın yaşayacağın tek zaman dilimi olan şimdide yaşamalısın. Aslında belki de yaşamak dediğin, geçmişten ders alarak geleceğini şekillendirmek adına şimdide yaptıklarındır…
Şimdide yaşarken şu dakikada yaptığınız işe odaklanırsın, onu en iyi şekilde yaparsın ve orada eğlenirsin. Şimdiki zamanda yaşayan insanın, ne zamanını gereksiz işlerle harcayacak vakti vardır ne de geçmiş ya da gelecekle ilgili olumsuzlukları düşünecek vakti vardır.
Şimdiki zamana uyan ve yaşa onu!
Geçmişte yaşadığın olayları tekrar tekrar yaşarsan aklını kaybedebilirsin. Gelecek içinde sürekli endişelenirsen hiçbir şey kazanamazsın. Ama şimdiye odaklanırsan zihnini gereksiz külfetlerden arındırır ve huzuru bulabilirsin.
Yabancı kaynak:www.successconsciousness.com

17 Nisan 2009 Cuma

Masal


Bilirmisin uzaklarda yolculuk yapmayı
Yeşilliklere uzandın mı hiç
Ya da gökyüzünün o en yüksek katına
Arşa uzattın mı ellerini
Belli ki yorulmuşsun
Gözün dalmış dünya boşluğunda
Bir varmışsın bir de yokmuş
Hayatı bir masal gibi yaşamışsın
Bir almış bin vermişsin
Ama hiç kendine gelememişsin
Belki bir hayalmiş yaşadıkların
Belki de bir bahaneymiş tüm gördüklerin
Hayatın sudan bahanelerindenmiş
Bilmediğin,duymadığın bir yamacın ucundaymışsın
Ama hiçbir zaman göremeyeceğin bir yamaçmış
Hiç yaklaşmadığın ya da hep kaçacağın bir yamaç
Hep aynı masalı dinlemişsin
Ama hiçbir zaman hatırlamamışsın
Sonra bir hayal kurmuşsun kendine
Tüm sevdiklerin,istediklerin olsun diye
Bir bakmışsın gerçekleşmiş
Zaman gelmiş bakakalmışsın onların ardından
Tüm güzelliklerin bir pul gibi uçuvermiş avucundan
Tam avucunun ortasından
Yumruğunu sıkmışsın ama sen sıktıkça
O kaçıvermiş oradan
Sonra ne mi olmuş
Yeşilliklere uzanıp hayallerini seyretmiş
Maviliklere ellerini uzatıp onları yakalamak istemişsin
Yaşadığın masalı anlatmışsın arşın derinliklerine
Ve herkese
Tüm sevdiklerinin,herşeyin orda
Gökyüzünde olduğunu söylemişsin
Sonra bir melek gelmiş sen uyuduğunda yanına
Elleriyle seni kavrayıp onların yanına götürmüş
Sen uyanınca onlara doyasın diye
Tüm sevdiklerine varasın diye..


Melda Vardar

Atatürk ve Türk Anası


Atatürk İstasyon'dan şehre doğru, bir süre yaya olarak yürüdü. O'nu görmek için sabahtan itibaren yolları dolduran Tarsusluların arasından neşe ile selamlar vererek, ilerledi. O sırada ansızın bir olayla karşılaştı. Milli Mücadele'deki çete giysili bir Türkçü kadın, Başbuğ Atatürk'ün yolunu keserek ayağına kapandı. Gözyaşlarıyla şöyle haykırıyordu : - " Bastığın toprağa kurban olayım Paşam! " Başbuğ Atatürk onu yerden kaldırmak için eğilirken kulağına bu kadının Kurtuluş Savaşında cephelerde çarpışmış olan direnişçi olduğunu fısıldadılar. Gözlerinden iki damla yaş düşen Atatürk, bu güneşten yüzü yanmış kadının elinden tutup ayağa kaldırdı ve ona şöyle seslendi : - " Kahraman Türk kadını ! Sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın. " Atatürk Kurtuluş Savaşında Türk Kadını Vapur ve motorlarla İnebolu'ya çıkarılan silah ve cephane Kastamonu üzerinden Ankara'ya, oradan da cepheye gönderiliyordu. 1921 yılı Aralık ayında birden bire bastıran kar yolları kaplamıştı. İnebolu'dan Kastamonu'ya hareket eden ve her nasılsa yolda kafileden geri kalmış genç bir kadın, fırtınalı bir gecede sabaha yağan kar altında yoluna devam etmişti. Cephane yüklü kağnısı ile yorgun argın bir halde ancak Kastamonu kışlası önüne kadar gelebilmiş, şehir'e girmek nasip olmadan kağnı arabası yol kenarında durmuştu. Arabanın yanına gidenlerin gördüğü manzara yürekler acısı idi. Bu Türkçü kadın, bu kıymetli yükü korumak için yorganlarını top mermilerini üzerine örtmüş kendisi de bir elinde üvendire kollarını açarak yorganın üzerine abanmış ve o durumda sabaha karşı donduğu anlaşılmıştır. Olay yerine gönderilen Cemil ve Rıfat çavuşlar, göz yaşları dökerek şehit'in üzerindeki karları süpürüp arabadan indirirken, yorganın altından birdenbire çığlığı basarak ağlayan bir çocuk sesi işitince şaşırdılar ve şehit anayı yana çekip yorganı kaldırınca gördükleri şaheser tablo şu olmuştu : Otlara sarılı top mermileri arasına yerleştirilmiş çulların içinde kundaklı bir kız çocuğunun donmaktan kurtulduğu ve müdahale üzerine uyanarak meme için ağlamaya başladığıdır. Cephanesi ve yavrusu uğruna kendisini feda eden bu kahraman Türk anasının acıklı hikayesini bu vatan topraklarında yaşayan herkesin, özellikle genç nesillerin iyi değerlendirmesi gerekir…


alıntı-

Gezinen Bir Gölgedir Hayat


Gezinen bir gölgedir hayat,

Gariban bir aktör sahnede

Bir ileri bir geri saatini doldurur

Ve sonra duyulmaz olur sesi,

Bir masaldır gürültücü bir salağın anlattığı

Ki yoktur hiçbir anlamı.


William Shakespeare

Belki De...


BELKİ DE HAYATIN ANLAMLARINDAN BİRİSİ, KUSURLARIMIZDAN KORKMAK YERİNE, ONLARI SAHİPLENME YETENEĞİNE SAHİP OLMAKTIR.

Mavi


Mavi bir gecenin ardından
Mavi düşlerde buldum kendimi
Sen maviydin masmavi
Gözlerine baktığımda
İçimi bir sensizlik kapladı
Ve yine baktım
Baktıkça daha da derinleşti bakışlarım
Bir kördüğüm oldum
Senin ne bu düğümü açmaya yetecek gücün
Ne de hevesin vardı
Beni bensizliklerin içine bırakıp gittin
Masmavi gökyüzüne
Oysa maviler giymiştin
Nasıl da yakışmıştı o maviler üstüne
Peki gözlerindeki mavi
Onu anlatmaya hiç gerek yok ki
O hasretin mavisiydi
Her hasret çekende gördüm onu
O delilerin mavisiydi
Her mecnunda gördüm onu
O bizim mavimizdi
Her ayrı kaldığımızda yanımda buldum onu
Ve sıkıca sarıldım ona
Çünkü beni bir tek o yalnız bırakmadı
Ve bana hep sarıldı

Melda Vardar

15 Nisan 2009 Çarşamba

Şemse Nine


Günümüz imkan ve şartları düşünüldüğünde “Gerçek olabilir mi ?” diyor insan ,aynı fedakarlık şimdi gösterilebilir mi ? bilinmez ama günün anlam ve önemine uygun olsun istedim bu yaşanmışlık…“Geleni gideni çok olmasına rağmen Şemse Nine hiç sokağa çıkmazdı. “Nasıl çıkarım beyim evliliğimizin ilk haftasında seferberlik ilan edilince Çanakkale’ye gitti ve giderken ellerimi tuttu gözlerimin içine bakarak ; “karıcığım…gençsin,güzelsin…Gözüm arkada kalmasın,ne olur söz ver bana! Ben gelinceye kadar sokağa çıkma” dedi…Ben ona söz verdim.Nasıl sözümü yerine getirmem???Cephede kocasının şehit düştüğünü kabul etmeyen ,birgün döneceğine inanan Şemse her evlilik yıldönümünde gelinliğini giyip kocasını beklemiş.Takii nine oluncaya kadar ve günlerden birgün gene evlilik yıldönümünde giydiği gelinlikle son nefesini vermiş.Köy halkı onu kefene sarmadan gelinliği ile gözyaşları içinde kocasına uğurlamış…“Seni seviyorum” mu dediniz??...Sevmek almak değil vermektir.Ne kadar seviyorsak o kadar fedakarlığa hazırız demektir.Öyle değilse sevgi değil,bir tutku bir istek talebidir…”


kynk: Çanakkale Şehitleri tanıtım ve araştırma derneği yayını.

Etme Bulma Dünyası


Bir fırıncı her hafta bir kilo yağ alırmış,
Satın aldığı adam da bir çiftlikte kalırmış,
Bir gün yağa bakarken şüphelenmiş bayağı,
Sonunda koyup tartmış, satın aldığı yağı,
Yağ bir kilo yerine dokuzyüz gram gelmiş,
Fırıncı bunun üzerine köpürüp hiddetlenmiş,
“Şimdi Hakime koşup” anlatırım olayı,
Köylü hapsi boylar, hem de öder parayı,
Birisini aldatmak, görsün zarar mı ? kar mı?
Ölçüye hile katmak insanlığa sığar mı ?
Hemen hakime koşmuş anlatmış bu hileyi,
Adam coştukça coşmuş anlatmış her şeyi,
Köylü utangaç, bekler bir köşede sinerek,
Düşünmüş nasıl hile yaparmış bilmeyerek,
Sessizce dinliyormuş, sonunda sormuş hakim,
“Cezası çok hilenin” sen konuş ! sıra senin,
Köylü söze başlamış ezilip titreyerek,
“İnanın ki suçsuzum, yapmadım ben bilerek,
Bu fırıncıdan her gün, bir ekmek alıyordum,
Evde ölçü olarak onu kullanıyorum,
Hakim bey çiftliğimde bir terazim var ama
Terazinin gözüne ekmek koydum daima,
İnanın bana, çünkü gramım yok tartacak,
Terazide bir yana, ekmek koymuştum ancak,
Fırıncının ekmeği bir kilodur diyordum,
Teraziye koyarak onunla tartıyordum,
Suç varsa fırıncının, eksik ise tarttığım,
İnanın ki benim yok, kimseyi aldattığım,
Fırıncının hilesi birden ortaya çıkmış,
Aldatırken herkesi, mahkeme hapse tıkmış fırıncıyı.
alıntı-

Ne Zaman?


Henuz 18 ini yeni bitirmiştin, enerji ve umutla dolu hayata başlamaya hazırdın... Ne oldu? İstemediğin bir okula girdin. İnsanları mutlu etmek, saygı kazanmak,sevilmek için... Sevmediğin bir bölümde senelerini harcadın.... Ayaklarını sürüye sürüye gittin derslere... Çalışmak istemedin ama yine de zorladın kendini... Güç bela bitirdin sonunda... Ne ailen, ne de arkadaşların görmedi yaptığın fedakarlığı... Alkışlamadılar seni, omuzlarının üzerine çıkarmadılar, madalya takmadılar... Enerjin çoktan tükenmeye başladı bile... Kimse bilmez nasıl kendini feda ettiğini...Ruhunu teslim ettiğini... Gençliğini tükettiğini... Şimdi iş bulman gerek...Para kazanman, araba alman, ev alman gerek.....İstemediğin bir işe girdin... Böyle olması gerekiyor diye... Sırf çevrendekiler bekliyor diye... İnsanları mutlu etmek, saygı kazanmak,sevilmek için... Sabahın köründe gidiyorsun işe...Sevmediğin insanlar ile gün ünü harcıyorsun... Heyecan duymadığın işlerle zamanını geçiriyorsun...Yarının gelmesinden nefret ediyorsun... Sevildiğini hissettin mi peki? Ya saygı? Bitti mi insanların istekleri? Özgür müsün artık? Hayır hala özgür değilsin...Şimdi evlenmen gerek...Öyle ya yaşın geçiyor, evde mi kaldın ne? Arıyorsun etrafında uygun birisini, artık evlenmeliyim diyorsun...Acaba gerçekten istiyor musun? Sana uygun birisini buldun işte, boyu boyuna, mesleği mesleğine, parası parana göre...Peki ya kalbin? Düğününden bir gece önce sessizce itiraf ettin kendine, ya doğru kişi değilse? Belli ki hazır değildin bu evliliğe... Evlenmek için evlendin...İnsanları mutlu etmek, saygı kazanmak, sevilmek için...Mutlu oldun mu peki? Kalbin heyecanla doldu mu? Akşam eve koşarak döndün mü? Sevildiğini hissettin mi? Seviştin mi tüm varlığınla? Daha evleneli bir sene dolmadı, insanlar çocuk demeye başladılar...İstedin mi gerçekten bir çocuk sahibi olmayı? Hazır mısın bir canlıyı yetiştirmeye? öyle bana ne verebilirsin bu küçük insana? Hayatı kendi gözlerinle hiç yaşadın mı? Ne istediğini biliyor musun? Ya istemediğini? Hiç risk aldınmı?Sen hiç kendin için bir şey yaptın mı? Çocuğun bir gün sorarsa Özgürlük Nedir? Ne cevap vereceksin? Sen hiç özgürlüğü yaşadın mı? Evliliğinde problemler yaşıyorsun... Sevmediğin bir insanla cehennemi paylaşıyorsun... Boşanmak fikri kafana gelip gelip gidiyor... cesaret edemiyorsun... İnsanlar ne der diyorsun... Gene kendi duygularının üzerine bir duvar örüp başka insanlar için evliliğinde kalıyorsun....Fedakarlığını gören biri var mı? Yaşadığın ızdırabı senin gibi yaşayan? Korkuların seni hapsetmiş, her geçen gün etrafına bir duvar daha örüyorsun. Sevilmeme korkusu, yalnız kalma korkusu, başarısız olma korkusu, saygınlığını yitirme korkusu ve daha neler neler... Hayatında hiç korkmadığın bir gün oldu mu? Cesaretle atıldın mı hiç, ya bilmediğin bir dünyaya girdin mi? Sevilmemeyi göze aldın mı hiç? Gülünç duruma düştün mü? Ağladın mı doyasıya, insanlara aldırmadan? Acı çektin mi hiç, hani öleceğini düşünecek kadar...Ve iyileşmeyi başarabildin mi hiç? Yaş erdi kemale diyorsun, bu saatten sonra benden ne köy olur ne kılavuz. Umutların tükenmiş, hayallerin yıkılmış... Koca bir ömür aşka insanların kontrolü altında geçip gitmiş. Alışmışsın artık bu düzene, artık istesemde çıkamam diyorsun... Ve gene kendin için bir şeyler yapmaktan vazgeçiyorsun... Ne olurdu istediğin okula gitseydin... Kim ne derse desin, ressam olsaydın... Müzisyen, Arkeolog, Sanatçı, Sporcu olsaydın... Hayattaki büyük adımları ancak hazır olduğunda sen istediğin için atsaydın... Ne olurdu biraz risk alsaydın? Biraz kendine güvenseydin? Biraz kendine inansaydın? Ne olurdu seni çepeçevre saran zincileri kırıp, önünde ki duvarları aşıp, kendin olabilmeyi başarsaydın? Kim! ne diyebilirdi sana? Gene kimse madalya takmazdı, gene kimse alkışlamazdı, gene kimse seni omuzlarının üzerine çıkarmazdı... Ama sen kendine saygı duyardın! Haydi şu anda şu dakika bir daha bak hayatına... Bu sefer kendin için bir şeyler yap...Bırak insanlar sevmesin seni, bırak senin mutsuzluğundan mutlu olmayıversinler, bırak takdir etmesinler, onaylamasınlar, bırak dedikodunu yapsınlar, itiraz etsinler... Hayatında bir kere olsun bu riski al! İstediğin mesleği yap... Zevk al ürettiğin işten... Uçarak git işine... Keyif al birlikte çalıştığın insanlardan... Yaşamını kendin SEÇ ve MUTLU OL seçtiğin bu yaşamdan... İstediğin insan ile istediğin zamanda evlen... İster 20 inde ol, ister 50 inde... Senden başka kim bilir doğru insanın kim olduğunu ve doğru zamanın ne zaman olduğunu? Dinleme başkalarını... Evlenmek için hiç bir zaman geç sayılmaz... Ve hatta istiyorsan asla evlenme... Bu yaşam senin! ve ızdırabını da, mutluluğunu da yaşayan tek sensin.... İstediğin zaman çocuk yap... Kendini hazır hissettiğinde, yaşama bir canlı getirmek istediğinde ve o çocuğa verecek bir şeylerin olduğunda... Ve hatta istemezsen hiç çocuk yapma... İstiyorsan başka bir şehre taşın, başka bir ülkeye, başka bir kıtaya... Mecbur değilsin bu şehire tıkılıp kalmaya... İstiyorsan yeniden okula başla, yeni bir meslek, yeni bir hayat, yeni ben diyerek kendin için yaşa... Şimdi soruyorum sana... Ne zaman kendin için bir şeyler yapacaksın?

CAN DÜNDAR

O Adam Sen Değilsin


Buddha bir ağacın altında öğrencileriyle oturmaktadır. Bir adam gelir ve yüzüne tükürür. Buddha yüzünü siler ve adama sorar, "Başka? Başka ne söylemek istiyorsun?" Adam şaşırır, çünkü bir insanın yüzüne tükürülünce "Başka?" diye sormasını beklememiştir. Böyle bir deneyimi yoktur. Daha önce insanları hep aşağılamıştır ve onlar da kızarak tepki vermiştir. Ya da korkudan gülümsemiş ve adama yaranmaya çalışmışlardır. Ama Buddha ikisini de yapmamış, ne öfkelenmiş, ne de korkmuştur. Sadece düz bir şekilde "Başka?" diye sormuştur. Tepki vermemiştir.Ama Buddha''nın öğrencileri öfkelenir, tepki verir. En yakın öğrencisi Ananda der ki: "Bu çok fazla, buna tahammül edemeyiz. Sen öğretine devam et, biz de şu adama bunu yapamayacağını gösterelim. Cezalandırılması gerekiyor. Yoksa herkes aynı şeyi yapmaya başlar."Buddha konuşur:"Sesini çıkartma...O beni kızdırmadı, ama siz kızdırdınız. O bir yabancı, buralara yeni gelmiş. Benim hakkımda bir şeyler duymuş olmalı; ''bu adam tanrıtanımaz, tehlikeli, insanları yoldan çıkarıp yanıltıyor'' gibi şeyler. Benim hakkımda bir fikir edinmiş. O bana tükürmedi, kendi fikrine tükürdü; beni tanımıyor ki, bana nasıl tükürmüş olabilir? Eğer düşünürseniz, o kendi zihnine tükürdü. Ben onun bir parçası değilim, ve görüyorum ki bu zavallı adamın söyleyecek başka bir şeyi olmalı. Çünkü bu, bir şey söylemenin bir yolu; tükürmek bir şey söylemenin bir yolu. Bazen dilin yetmediğini hissettiğin anlar olur; derin sevgide, yoğun öfkede, nefrette, duada. Dilin yetmediği yoğun anlar olur. O zaman bir şey yapman gerekir. Derin sevgi duyduğunda, birine sarılırsın; ne yaparsın orada? Bir şey söylersin. Çok öfkelendiğinde birine vurursun, tükürürsün, bir şey söylüyorsundur. Bu adamı anlayabiliyorum. Söyleyecek başka bir şeyi daha olmalı. O yüzden ''Başka?'' diye sordum."Adam daha da çok şaşırır! Ve Buddha öğrencilerine der ki: "Siz beni daha çok kızdırdınız, çünkü siz beni tanıyorsunuz, benimle yıllarca yaşadınız, ama yine de tepki veriyorsunuz."Şaşıran, kafası karışan adam evine döner. Bütün gece uyuyamaz. Bir buddha gördükten sonra artık eskisi gibi uyumak zordur, mümkün değildir. Bu deneyim tekrar tekrar aklına gelir. Ne olduğunu kendine açıklayamaz. Titreme, terleme nöbetleri geçirir. Böyle bir adama hiç rastlamamıştır; bütün zihni, bütün kalıpları, bütün geçmişi dağılır.Ertesi sabah geri döner. Buddha''nın ayaklarına kapanır. Buddha sorar: "Başka? Bu da sözle söylenemeyeni söylemenin başka bir yolu. Ayaklarıma dokunduğun zaman, sözcüklere sığmayan, sıradan dille anlatılamayan bir şey söylüyorsun." Buddha devam eder: "Bak bu adam yine burda, bir şey söylüyor. Çok derin duyguları olan bir adam bu."Adam Buddha''ya bakar: "Dün yaptığım şey için beni affet."Buddha cevap verir: "Affetmek mi? Ama ben, dün o hareketi yaptığın adam değilim ki. Ganj nehri sürekli akıyor, o hiçbir zaman aynı Ganj değil. Her adam bir nehirdir. Senin tükürdüğün adam artık burada değil; aynı onun gibi görünüyorum, ama aynı değilim, bu yirmidört saatte öyle çok şey oldu ki! Nehirden çok su aktı. O yüzden seni affedemem, çünkü sana kızgın değilim.""Ve sen de yenilendin. Görüyorum ki sen dün gelen adam değilsin, çünkü o adam kızgındı. O kızgındı, ama sen önümde eğilip ayağıma dokunuyorsun, nasıl aynı adam olabilirsin? Sen o değilsin, o yüzden bunu unutalım. O iki adam; tüküren adam ve tükürülen adam, artık yok. Yakına gel. Başka şeylerden konuşalım."....
alıntı

Mutluluğun Altı Anahtarı


Kendinize ‘insan’ olma izni verin! Üzüntü, korku, acı gibi duygularınızı kabul ettiğinizde üstesinden daha kolay gelebilirsiniz. Aslında üzülmediğiniz yada olaylara karşı birşey hissetmediğinizde psikopat yada ölü gibi olursunuz. Bu nedenle duygularınızı kabullenin.
Mutluluk hız ve anlamın çakışmasıdırSize haz veren anlamlı olduğunu düşündüğünüz anların hangi anlar olduğunu hatırlayın. Zeck aldığınız şeyle 2 saat uğramanız bir haftanızın daha verimli geçmesini sağlar.
Mutluluk zenginlikte değil beyindedir.Mutlu olup olmadığınız odaklandığınız şeye ve dış etkenleri nasıl yorumladığınıza bağlıdır. Başarısızlık sizce felaket olmamalı öğrenmek için bir fırsat olmalı.
BasitleştirAz zamana çok iş sığdırmaya çalışmayın. Bazen başkalarına ‘hayır’kendimize ‘evet’ demeyi bilmeliyiz. Bunu yaptığınızda kendisize daha çok zaman kalacaktır.
Sağlam kafa sağlam vücutta bulunurDüzenli egzersiz, uyku, sağlıklı beslenme alışkanlıkları fiziksel ve zihinsel sağlığı sağlar.
Her zaman şükredinİnsanlardan yiyeceklere doğadan bir gülüşe kadar hayattaki muhteşem şeyleri değerlendirmeyi ve tadına varmayı bilin.

alıntı

5 Nisan 2009 Pazar

Bu Pasta Çok Lezzetliymiş!!!


Yaşlı bir Zen rahibi ölüm döşeğindeymiş. Son günü gelmiş ve o akşam artık öleceğini ilan etmiş. O yüzden müritleri, havarileri ve arkadaşları gelmeye başlamış. Onu seven çok insan varmış ve hepsi gelmek istiyormuş. Çok uzaklarda olanlar bile gelmiş.En eski müritlerinden biri ustasının ölmek üzere olduğunu duyunca hemen pazara koşmuş. Biri sormuş: “Usta kulübesinde ölüyor, sen neden pazara gidiyorsun?” Eski mürit yanıtlamış: “Ustamın özel bir çeşit pastayı çok sevdiğini biliyorum. Gidip ona o pastadan alacağım.” Pastayı bulmak hiç kolay olmamış ama akşam üstü bir şekilde bulmuş ve elinde pastayla kulübeye koşmuş.Kulübede herkes endişeliymiş. Sanki Usta birini bekliyor gibiymiş. Gözlerini açıp etrafı taradıktan sonra tekrar kapatıyormuş. Mürit, kulübeye gelince hemen sormuş: “Tamam, sonunda geldin. Pasta nerede?” Mürit pastayı çıkartmış. Usta pastayı sorduğu için de çok mutlu olmuş. Ölmek üzere olan Usta pastayı eline almış, ancak eli titremiyormuş. Çok yaşlı olmasına rağmen elleri titremiyormuş. O yüzden biri sormuş: “Bu kadar yaşlısın ve ölmek üzeresin. Yakında son nefesini vereceksin ama ellerin bile titremiyor.”Usta yanıtlamış: “Ben asla titremem, çünkü korkum yok. Bedenim yaşlanmış olabilir ama ben hâlâ gencim ve bedenim geride kaldıktan sonra bile genç olarak kalacağım.”Sonra pastadan bir lokma alıp çiğnemeye başlamış. O sırada biri sormuş: “Son sözün ne olacak, Usta? Yakında aramızdan ayrılacaksın. Neyi hatırlamamızı istersin?”Usta gülümsemiş: “Ah, bu pasta çok lezzetli.” Bu pasta çok lezzetliymiş....... lezzetli olan pasta mı yoksa o an aldığı tat mı?Ölüm bile önemsiz kalmış bu tadın yanında. Bir sonrakiyse tamamen anlamsızlaşmış. Şu anda, bu pasta çok lezzetli. Eğer bu anın içinde olabiliyorsan, şimdiyi bu an içinde her şeyiyle yaşayabiliyorsan, ancak o zaman sevebilirsin.Sevgi nadiren açan bir çiçektir yüreklerimizde. Sadece arada bir gerçekleşir,arada bir yakalarız. Nadirdir, çünkü korkularımız olmadığında gerçekleşebilir, daha önce değil.Korkmadığın zaman saklayacak bir şeyin yoktur; ancak o zaman bütün sınırları kaldırıp açık bir insan olabilirsin. Ancak o zaman bir başka insanı kendi gönlünün derinliklerine ulaşması için davet edebilirsin. Ve unutmayın; eğer birinin gönlünün derinliklerine girmesine izin verirseniz, o biri de sizin kendi gönlünüzün derinliklerine girmenize izin verecektir. Güven yaratılmıştır. Sen korkmadığın zaman diğeri de korkusuz olur.
Sevgi:dua etmektir,duaysa sevgi için avuçlarını ve yüreğini açmandır..
alıntı

İyilik Yap, İyilik Bul


Hayatımızda her yaptığımız iyilikler ve kötülükler bir gün karşımıza er yada geç çıkacaktır. Onun içindir ki hayatımızda her zaman elimizden geldiği kadarıyla iyilik yapmaya çalışalım ki o yaptığımız iyiliğin karşılığını elbette bir gün alacağızdır. İyilik yapalım ki iyilik bulalım.
“Her ne doğrarsan aşına, o çıkar karşına ” atasözünü biliriz bununla ilgili yaşanmış bir olayı sizlere aktarmak istedim :
Sık sık evinin kapısını çalıp birşeyler dilenen kadından bıkıp, oldukça rahatsız olan evin hanımı, bir gün yine aynı dilenci kapısını çaldığında ondan kurtulmaya karar verir. Dilenciye biraz beklemesini söyleyip mutfaktan bir ekmek alır ve ortasından yararak arasına peynir,zeytin yerleştirir.

Tabii bu arada arasına haşarat öldürmekte kullandığı kuvvetli zehirden dökmeyi de ihmal etmez. Dışarı çıkıp ekmeği dilenciye uzattığında, kadın “ Allah razı olsun ” deyip evden ayrılır. İyice acıkan kadın bir caminin avlusunda biraz önce kendisine verilen ekmeği çıkarıp tam yiyeceği esnada elini yüzünü yıkamakta olan bir askerin kendisine baktığını görür.

Askerin halinden, yoldan geldiği ve yorgunluğu anlaşılmaktadır. Dilenci kadın, askerin bakışlarından onun aç olduğunu ve sanki “birazda bana ver” manasını çıkarmıştır. Gencin haline acıyan kadın ekmeğin hepsini askere buyur eder ve oradan uzaklaşır.

Dilenci kadının verdiği ekmeği iştahla yiyen asker, çok geçmeden acıyla kıvranmaya başlar. Bir müddet sonra camiye gelen cemaat yerde kıvranan gencin kimin nesi olduğunu sorup öğrendikten sonra alıp evine götürürler. Evin hanımı, aylardır binbir ümitle terhisini beklediği yeni terhis olmuş oğlunu perişan vaziyette karşısında görünce çırpınmaya, dövünmeye başlar.

Biraz zaman geçip de sakinleşen kadın, oğluna ne olduğunu, niçin kıvrandığını sorup öğrenmeye çalışır. Delikanlı biraz önce cami avlusunda bir dilenci kadının kendisine ekmeği verdiğini, onu yedikten sonra bu hale geldiğini söyleyince kadın ona verdiği ekmeği hatırlar ve başından aşağıya kaynar sular dökülür. “ ben ne yaptım? ” diye dövünmeye başlar ama iş işten geçmiştir. Arslan gibi delikanlı oracıkta hayata gözlerini yumar.

Bu hikayeden herkes kendine göre bir ders çıkarabilir. Her halde o kadının yerinde kimse olmak istemez. Onun gibi olmamak için herkese dilenci, gariban demeden yardım etmeye çalışalım, insanlar eşittir. Zengin, fakir, dilenci, gariban, işçi, müdür, diye ayırmamak gerekir, sonuçta onlarda insandır, insan olduğumuzu ve ne kadar aciz olduğumuzu unutmamak gerekir.

Gülten Dayıoğlu-Sıcak Ekmek adlı kitabından

Kafanı Çarp,Kapıyı Çarpma


"Kapıyı hızlı çarpıp çıkma. Geri dönmek zorunda kalabilirsin" demiş büyüklerimiz... "Kapıdan kapıya değişir" diye düşünebilirsiniz. Değişmez aslında. Bazen öfke, hırs ya da intikam, kalbinizi kapının çarpma hızından daha hızlı çarpar.

Sevgilinizi, işinizi ya da en iyi arkadaşınızı terk ederken çarptığınız kapılar aynıdır. Hepsinde geride bıraktığınız insanlar vardır. Onları "sizsizliğe" mahkum edip mutlu olurken, farkında olmadan kendinizi de onlardan "eksiltmiş" olursunuz.

Bazen çarpma öncesinde "neden" sorusu gelir. Gelmezse bilin ki çarptığınız kapı bir daha size hiç açılmayacaktır. Hayat politika gibi değildir. Pişkinlik ve yüzsüzlük kaldırmaz. Pişmanlığa bile esnekliği çok azdır. Terazisi, "çıkarlardan" çok, "duygularla" tartar. Kefenin birine kırık bir kalp koyduğunuzda, diğerine ne koyarsanız koyun dengelemez. Kalp cam gibidir. Kırıkları yapıştırsanız da izleri yok edemezsiniz.

Sevgilinizi, "sevgisizlikten" değil, "bencillikten" terk ediyorsanız, bundan sonra çarpacağınız daha çok kapı var demektir. Her "çarpıntı" hayatınıza attığınız bir çarpıdır. Bu çarpı, matematikteki görevini üstlenip "artırıcı" etki yapmaz. Görevini, "eksi"ye devreder.

İşyerinizi, yeni bir iş bulduğunuz için terk ediyorsanız, kapıdan girerken verdiğiniz sözleri hatırlamanız gerekir. Kimse hayatını aynı işyerinde geçirmek zorunda değilse de, sözlerini tutmak zorundadır. Tabi bu sözleri tutmak kendi elinde olduğu sürece...

Yasal zorunlulukları bir kenara atın. Patronun sizi Pazartesi çağırıp, Salı günü atma lüksünü de... Patron sizi gönderirken, geride kalanların durumundan çok kurumun devamlılığını düşünür. Kurum yoksa iş de yoktur. Hedeflenen satışa, kara ve verimliliğe ulaşmadıkça Pazartesi-Salı döngüsünden sıyrılmak da mümkün olmaz.

Siz giderken durum biraz daha farklıdır. Sevgilinizi terk etme nedeniniz işiniz için de ortaya çıkarsa "çarpı" işaretinin "eksiltici" etkisi bir kez daha devreye girer. Elinizdeki işleri devretmeden, geride kalanları zor durumda bırakarak "çarparsanız" bu kez birden çok kişiyi hayatınızdan eksiltirsiniz.

En iyi arkadaşınızı terk ediyorsanız vay halinize. Kaç kişinin "en iyi" arkadaşı vardır? "En iyi" arkadaşı edinmek kaç yıllık emek ister? "Kaç yılda" edinilen "en iyi" arkadaş, "kaç saniyede" harcanır? "En iyi"nin boşalttığı yeri doldurmak için kaç tane "iyi" gerekir?

Kapıları çarptıktan sonra kafayı çarpmamak için düşünmekte fayda var.

Kaynak:vitrinhaber

Mutlu Bir Gün İçin Önemli Sırlar ..


Nedir bu asık yüz, neden homurtular içindesiniz. Bir türlü mutlu olamıyorsunuz.. “İşte berbat bir gün daha.” yakınmalarıyla yataktan kalkıyorsunuz. Oysa güne daha iyi başlamak da mümkün. Bir gün, nasıl başlarsa öyle gider! Uzmanların bu alandaki önerilerine kulak vermek lazım... İşte size bir güne güçlü ve moralle başlamak için ipuçları.

Güne nasıl başlarsanız bütün gününüz öyle geçecektir. O yüzden günü moralle başlamak çok önemlidir. Birçok insan homur homur yataktan kalkar ve bütün gün de o homurtularıyla kendisini olduğu kadar çevresini de rahatsız eder. Yatakta gözünüzü açtığınız andan itibaren günü yapılandırmak sizin elinizde. Mutlu, başarılı, insan ilişkilerinde doyurucu bir güne merhaba demek için bazı yöntemleri yaşama geçirmeniz gerekiyor. İşte mutlu bir gün için size bazı önemli sırlar:

Sabah henüz yataktan kalkmadan (uyandığınız an) dudaklarınıza bir gülümseme gönderin.
Her gün kendiniz için olumlu onaylamalarla uyanmayı alışkanlık haline getirmeye gayret gösterin. Örneğin şöyle söyleyebilirsiniz:

“Bugünüm aydın olsun. Bugün evrenin bana vereceği tüm güzel mucizeleri kabul ediyorum.”

Pencerenin önüne gelin ve dışarıya (doğaya bakarak) nefes alıp vermeye başlayın. Bu “nefes egzersizleri”ni, nefesinizi izleyerek gerçekleştirin. Bunu birkaç kez tekrarlayın.

Sabahleyin eğer kendinizi çok ağır ve hareket edemeyecek kadar yorgun hissediyorsanız mutlaka egzersizle başlayın güne. Ya da enerjinizi sağlamak için bol vitaminli bir kahvaltı hazırlayın. Güne enerjik başlarsanız bütün gün öyle geçer. Bunu için şu sözü aklınızdan geçirin: “Hiç kimse içindeki coşkuyu kaybetmiş bir insan kadar yaşlı olamaz!”

Beş veya on dakika denizi ya da yeşil bir alanı seyredin. Bu ortamda varlığınızı fark edin. Sahip olduklarınız için evrene (Örneğin sevdiğiniz işte çalıştığınız için ya da sağlıklı olduğunuzdan dolayı) teşekkür edin.

Her şeyle ama her şeyle bağ kurmaya çalışın; çiçekle, ağaçla, hayvanlarla, cansız varlıklarla... Onlarla aranızdaki bağ günü mutlu geçirmeniz için size enerji sağlayacaktır. Örneğin işe giderken yolunuzun kenarındaki çiçekleri mutlaka “görün” varlıklarından dolayı mutlu olduğunuzu düşünün. Çiçeklerle kurulan bağ çok önemlidir. Yaşam bize bizim ona sunduğumuz kadar artı (+) veya eksi (-) frekans sunar.

Her gün birisi ya da bir şey için iyi olduğuna inandığınız bir davranışta bulunun. Örneğin “Seni seviyorum.” deyin ya da ona çiçek alın. İhtiyacı olan birine iyilik yapın. Ancak asla “Ben yaptım”, “Ben gittim!”, “Ben hallettim!” gibi sözleri kullanmayın.

Sabahleyin evde ve işte karşılaştığınız insanlara gülümsemeye çalışın. Bu sizin için zorsa kendinizi zorlayın. Çünkü bedenin de buna ihtiyacı var. Gülümsediğiniz zaman kendinizi daha iyi hissedeceğinizi biliyor musunuz? Ancak gülümsemenize canlılık katın, gözlerinizle de gülümsemeye çalışın. Bunun aksine kaşlarınızı çattığınız zaman da olumsuz duygularla örülü bir çemberin bedeninizi saracağını.Miş gibi oyununu oynayın ve “Bugün mutluyum.” deyin. Mutluymuş gibi davranırsanız mutlu olmanızı sağlayacak ruhsal durumu davet eder ve bunun sonunda gerçekten mutlu olursunuz.

Okuduğunuz gazeteyi düşünün. Olumsuz haberlere içiniz kararmıyor mu? Sabah ilk karşılaştığınız insanlara yönelik olarak kendinizle ilgili “olumlu haberler” yayınlayın! Unutmayın, iş yerinizde ve çevrenizdeki insanlar bu “haberlere” göre sizin hakkınızda fikir sahibi olacaktır. Örneğin “Bugün kendimi harika hissediyorum.” deyin. Her firsatta bunu tekrarlayın. Kendinizi gerçekten iyi hissetmeye başladığınızı göreceksiniz.

O günün kötü geçeceğine dair bir düşünce zihninizde belirdiyse bunu derhal uzaklaştırın düşüncelerinizden. Örneğin “İşe gidiyorum, müdürümün o berbat yüzünü göreceğim yine.” diye düşünmek yerine, “İyi ki bir işim var, sorunlarımı paylaşacağım bir iş arkadaşına sahibim.” diye düşünün. Uzmanlar, bu tür olumlu sözlerin yolda yürürken ya da gün boyunca dönem dönem tekrarlanmasını öneriyorlar.

İşinizde veya çevrenizdeki insanlara daha farklı bakmayı deneyin. Örneğin insanlara “değer katma”yı düşündünüz mü? “Yardımcılarımın değerine değer katmak için ne yapabilirim?” diye kafa yorun. Onların daha verimli olmalarını sağlamak için ne yapabileceğinizi düşünün. Unutmayın bir insanın iyi yanını ortaya çıkarmak için önce onun en iyi yanını hayalinizde canlandırmaya çalışın.

Eğer zorlu bir günü başlayacaksanız (Önemli toplantı, sınav veya konuk ağırlama gibi) hayal gücünüzü devreye sokun. İmgelemeniz, bedeninizin davranışlarını inanılmaz ölçüde belirler. Kendinizi zihninizin gözüyle resmedin. O gün, nasıl olmak ve nasıl görünmek istiyorsanız öyle olun. “Güçlü, güvenli ve dinlenmiş...” Bu olumlu imgenizin nasıl eksiksiz gerçekleştiğine siz bile inanamayacaksınız. Eğer günlük işleri iyi gidiyormuş gibi zihnimizde canlandırırsak işler inanın ki iyi gidecektir!Kendinizi sevmiyorsanız o gününüz iyi geçmeyecektir. Kendinizden nefret etmekten vazgeçin. Kendinizi küçük görmeyi bırakın. Kollarınız kendinize dolayıp, “Her şeyin güzel, saçların, dökülüyor olabilir ama sahip olduğum tek şey sensin.” deyin. İnsan zayıf yanlarıyla da insandır. Güçsüzlüklerinizle barış yaptığınız zaman her şey daha kolaylaşacaktır.
alıntı

Şu Hayatta Neler Öğrendik?



Jackson Brown''in "Su Hayatta Neler Ogrendik Neler" adli kitapcigindan:


1- Kendimi neselendirmek istedigim zaman en iyi yolun baska birini neşelendirmeye çalışmak olduğunu öğrendim.
2 - Bir bebegin evlilik sorunlarini çözemeyecegini ögrendim.
3- Bir tartismayi tatliya baglamadan yataga gidilmemesi gerektiğini öğrendim.
4- Isyerinde romantik iliskiler aranmamasi gerektigini ögrendim.
5- Insanin kendisinden daha sorunlu birisiyle evlenmemesi gerektigini ögrendim.
6- Çalistirdigimiz insanlara iyi davrandigimizda, onlarin da müsteriye iyi davrandiklarini ögrendim.
7- Bir toplantida zekâmi ya da sohbetimi göstermek konusunda tercih yapmak gerektiğinde sohbeti seçmenin daha iyi olacağını
8- Insanlara iyi davranmanin hiçbir maliyeti olmadigini ögrendim.
9-Gerçekten yasamaya baslamak için emeklilik beklenirse, çok uzun bir süre beklenilmiş olunacağını öğrendim
10-Iyi kalpli olmanin mükemmel olmaktan daha önemli oldugunu
11-Bir domuza ve bir çocuga istedikleri her seyi verirseniz sonuçta çok iyi bir domuzunuz ve çok kötü bir çocuğunuz olacağını öğrendim.
12-Kimle evlenecegin kararinin hayatta verilen en önemli karar olduğunu öğrendim.
alıntı

Tonton Teyze


Bizim mahallenin tonton teyzesiydi o
Camına çıkar caddeden geçen çocukları severdi
Yorulduğunda eline iğnesini alır oyalar yapardı
Küçük balkonunda koca çiçekler vardı
Severdi onları çok severdi tonton teyze
Yanakları pembe pembeydi
Ara sıra bir gözlük takardı gözüne
Göremezdi yakını
Dişleri bembeyazdı tıpkı teni gibi
Bazen çocukları toplar yemekler yapardı
Tek tek yedirirdi hepsine
Bayramda bir elinde para diğerinde şeker
Beklerdi bizi
Tatlısı da içerdeki sürpriziydi
Severdi bizi çok severdi tonton teyze
İki gün uğramasak üçüncü gün sitem ederdi
Yalnız yaşardı tonton teyze
Torunları vardı
Bizler
Çocukları vardı
Ama tonton teyze yalnızdı
Bir gün hastalandı
Hastanede yoğun bakım odasındaydı
Herkes yine ordaydı
Ama tonton teyze yine yalnızdı
Çok hastaydı
Gelen giden
Hiç birini tanımadı
Tanıyamadı
Belki sevinirdi hepsini orda gördüğüne
İyi ki hasta olmuşum derdi
Diyemedi
Otuz gün kaldı o odada
Savaştı kendiyle
Hayatıyla ve belki de yaşadıklarıyla
Sonra bir gün
Kötü haber geldi
Tonton teyze ölmüştü
Tonton teyzem gitmişti
Artık yoktu
Üstelik giderken haber vermemişti
Tonton teyzem ölmüştü…

Melda VARDAR

Ağaç


Bir ağaçtın sen benim için
Dalların vardı
Dallarında bülbüllerin
Yaprakların sonbaharda solardı
Yazları taze yeşillerin
İçinde kuşlar yaşardı
Niceleri sende öğrendi
Kanat çırpmayı
Gün batımında üzülür
Doğumunda neşe saçardın
Bilirdin güneş sende olurdu
Bazen bir dayanaktın
Nice insanlar sana dayandı
Bazense bir arkadaş
Nice fidan senle yeşerdi
Şimdi sen sonbaharsın
Artık yaprakların açmaz
Bülbüller ötmez oldu dalında
Dün kuşlar söyledi
Olmuşsun seksen yaşında
Nice mutlu yıllara
Koca ağaç
Nice mutlu yıllara

Melda VARDAR