20 Mart 2009 Cuma

Neydi Mutluluk?


İnsanların birbirlerine toplu olarak gönderdikleri e-postalara hiç bir zaman ısınamadım. İçinde yazılanlar ne kadar anlamlı, ne kadar komik ya da ne kadar önemli olursa olsun hepsi okunmadan silinirler çok büyük olasılıkla. Gerçekten okumama değer bişeyse ben bir şekilde okurum ya da bir arkadaşım mutlaka ''bana özel'' bir şekilde bildirir bunu. Geçen gün posta kutumda konusu "Mutluluk" olan ve başında ''Fw:'' ibaresi olmayan bir e-postayı acaba ne diyerek açtım. Durumu farkedip hemen silecek iken e-postayı, bu iki fotoğrafı gördüm. Bir an duraksadım. Bakmaya devam ettim fotoğraflara. Neler geçti içimden, neler düşündüm o kısa anda.Sahiden neydi mutluluk bizim için?Çoğu zaman para çoğumuz için. Mutluluk paraya endeksli bir meta haline dönüştükçe kaybettik belki de mutluluğumuzu. Paramız olsaydı her şey daha güzel olacaktı, daha mutlu olacaktık... diyerek kandırdık kendimizi. Başka ülkeler görmek, farklı kültürler tanımaktı bazımız için mutluluk. Her gittiği ülkede yeni hayatlar keşfetmek, bilmediği şeyler öğrenmek. Favori mekanlar hep bilindik yerler oldu hayallerimizde dahi. Londra, Paris, Amsterdam, New York, Tibet, Hindistan, Uzakdoğu vs...vs... Ben hep ismi duyulmamış yerlere gitmeyi hayal etmişimdir. Haritadan tesadüf eseri seçip bilinmeze doğru gitmek. Bazı zamanlar hepimiz için mutluluk tek bir kişi olur. Dünya denilen bu gezegende bizim için hayat onunla başlamıştır. Başka da insan yoktur zaten onun dışında bu gezegende. Sevilmeye layık tek varlıktır o. Gülüşü, gözleri, sözleri, söylemedikleri, yalanları, kıskançlıkları. Ne mükemmel bir varlıktır o. Derken an gelir şey manasını yitirir. Nasıl tahammül etmişim? Hep yalan söylerdi zaten. Hiç güzel/yakışıklı değildi zaten. Bu ve bunun gibi daha pek çok anlamsız sorularla, sitemlerle rüyadan uyandırırız kendimizi bir dahaki rüyaya kadar. Aşkın da tıpkı mutluluk gibi içini boşaltarak, aşkların bile sıradanlaştığı bir dönemde yaşıyor olmanın faturasını ödüyoruz.Mutlu olmak için başarılarla dolu bir kariyer sahibi olmak lazım. Öyle değil mi? Yarış atı sendromu yaşıyoruz hepimiz, çocukluk ve gençlik çağlarımızda, en güzel yıllarımızda. Ödevlerimizi yapmamız da yetmiyor, dershanelere gidiyor, seviye belirleme sınavlarına girip çıkıyoruz mütemadiyen. İlköğretimde geçen yıllardan liseye geçiş yapınca da bir şey değişmiyor. Bu sefer hayatımızın sınavına(!?) hazırlanıyoruz. Üniversitede de çok çalışmak gerek. Ve işte üniversite bitti. Şimdi iş bulmak lazım. Yeni mezun olarak çok çalışıp kariyer yapmak gerekli. Sonra kariyer basamaklarını sırasıyla yükselmek, yükselmek, yüksel, yük... Hayatımızın en güzel yılları da bu şekilde geçiyor mutlu olmak namına!Ailemiz. Mutluluk kaynağımız. Annemiz bizi hep dinler. Bizden çok bizi düşünür. Babamız ailesi için her türlü fedakârlığı yapar. Abimiz, ablamız bizi hep sever, korur. Ne bahtiyarızdır onların yanında. Ne kadar idealize ettim değil mi? Böyle olmadığını hepimiz biliyoruz. Ailelerde de işler hep iyi gitmeyebiliyor. En mutlu gözüken aileler de bile ne kasırgaların koptuğunu sadece aile fertleri bilir. Ailelerimiz özeldir hepimiz için. Öyle de olması gerekiyor bence. Ama mutluluğu ailede aramak, bence onlara haksızlık yapmakla eşdeğer oluyor. Yaşanan acı tatlı her şeyden sonra birbirinin kıymetini bilmek aslolan.Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim diye boşuna denmemiş. Kendimizin bile anlam veremediğimiz davranışlarımıza anlamlar yükleyip yol gösteren, başarılarımızda arkamızda gururla gülümseyen, ihtiyacımız olduğunda yanımızda dimdik duran ve yanlışlarımızda karşımıza geçip en acı gerçekleri, küfürleri esirgemeyen dostlarımız. Onlar ki, varlıkları çölün orta yerinde kana kana buz gibi sulardan içmeye, yoklukları ıssız maviliklerde pusulasız yönümüzü tayin etmeye benzer. Ama ya kaybettiklerimiz? Söylenen yalanlar, oynanan oyunlar. Daha çoğaltabilirim bunları belki ama gerek yok. Çünkü mutluluk, hepsi ve hiç birisi aslında ne yazarsak yazalım. Güzel 1 insan şöyle yapmıştı bir yazısında mutluluğun tanımını: "Anlık 1 zaman dilimi içinde ihtiyaç duyduğunuz şeyin gercekleşmesiyle hissettiğiniz duygudan ibarettir ve insanı yaşama bağlayan en güçlü duygulardandır." Kesinlikle katılıyorum. Ama bir kaç şey eklemek istiyorum. Mutluluk aslında çok basit şeylerle de mümkün. Bir çocuğun küçücük bir oyuncakla mutlu olması gibi, bir ihtiyarın sıcak bir kap yemekle yüzüne yerleşen tebessümde olduğu gibi. Sanal* ihtiyaçlarımızı, sanal aşklarımızı, sanal arkadaşlarımızı, sanal ilişkilerimizi bir kenara bırakıp gerçekten ihtiyaç duyduklarımızla, bizi gerçekten sevenlerle, yalansız gerçeklerle yaşadığımız ve basit şeylerle mutlu olmayı becerebildiğimiz sürece mutluluk bize çok yakın. Önce kendi içimizde mutluluğu hissetmeli, yaşamalı. Sonra da bunu herkesle ve her şeyle sevgiyle paylaşmalıyız. O zaman bu dünya daha yaşanabilir bir yer haline gelir belki.

alıntı..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder